Cuma Sohbetleri

18.11.2011

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ

Eğitim toplumun hayat kaynağıdır. İyiliğin, güzelliğin, hakkın, adaletin, çalışmanın ve başarının temelinde mutlaka iyi bir eğitim vardır. Eğitim, ayrıca insanın iyiye doğru değişimini de sağlamış olur.

İslâm’ın iki önemli temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet, insanı eğitimden sorumlu tutmaktadır. İslâm’da ilk olarak gönderilen ayetlerin bizlere okumayı öğretmesi, bunun en açık bir örneğidir. (1) İlme, okumaya, yazmaya, öğrenmeye ve öğretmeye çok büyük önem veren Dinimiz, bilgiyi ve bilgini övmekte, cehaleti ise kesin bir dille yermektedir. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an’ı Kerim’de “…De ki: hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...”(2) diye buyurmuştur. Kur’an’dan başka ayetler vererek örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sevgili Peygamberimiz bir çok hadisinde ilim öğrenmeyi ve ilim adamına sahip çıkmayı tavsiye etmiş ve bir hadisinde şöyle buyurmuştur. “İlim öğrenmek her Müslümana farzdır.”(3)

Burada sunulan ayet ve hadis mealleri, ilim öğrenmenin önemini bizlere anlatmaktadır. Bizden önceki devirlerde yaşayan Müslümanlar, eğitim ve öğretimle iç içe yaşamışlardır. Fiziki yapıları günümüze kadar gelmiş olan camiler ve medreseler, en canlı eğitim mekânları olarak dikkat çekmektedirler.

Eğitim ve öğretimin baş mimarları da şüphesiz öğretmenlerdir. Katı olan bir mermeri bile, ustası şekil vererek ve de yontarak belli bir düzene sokmaktadır. İşte bunun gibi, ruh ve bedenin de şekil alması, öğretmene bağlıdır. Zira öğretmenlik mesleği, fedakârlık, heyecan ve ruh isteyen bir meslektir. Huzurlu bir toplum olabilmek için, okur-yazar olmak yeterli değildir. İman, Vatan, birlik ve beraberlik, hak-hukuk ve saygı..gibi mefhumların önemini gönlünde hissetmeyen eğitimcilerin başarılı olması da mümkün değildir.

Günümüzün en önemli özelliklerinden birisi de, bilgi ve teknolojinin zirvede olmasıdır. Kaliteli eğitim almayan toplumların başarı şansı yok gibidir. Ülkemizi, geçmişin kültür örf ve adetleri ile tarihi zenginliklerinden koparmadan geleceğe taşıyacak neslin, öğretmenler olduğu bir gerçektir. Bu düşünceyi, heyecan ve ruhu taşıyan öğretmenler, saygıya ve hürmete layıktırlar.

Bu kutsal mesleğe saygının bir ifadesi olarak her yıl 24 Kasım’da kutlanan Öğretmenler Günü’ne katılmamak mümkün değildir. Aslında bu meslek, yılın her gününde hatırlanmalıdır. Bu vesile ile saygı değer öğretmenlerimize topluma faydalı iyi nesiller yetiştirmeleri temennisiyle saygılar sunarken, emekli olanlara sağlık ve afiyetler diliyor, vefat edenlere de Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.

1) Alak Suresi 1-5
2) Zümer, 9
3) İbn Mace, Mukaddime,17

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim.
 

02.12.2011

MUHARREM AYI VE AŞURE

Geçtiğimiz hafta, 26 Kasım Cumartesi günü, Hicri yılın başlangıcı olan Muharrem ayının ve Hicri 1433 yılının ilk gününü idrak etmiş olduk. Önümüzdeki 5 Aralık Pazartesi günü de 10 Muharrem, Aşure gününe kavuşmuş olacağız. İçerisinde bulunduğumuz Muharrem ayı, Yüce Rabbimiz’in Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır…”1 buyurduğu aylardan biridir. Sevgili Peygamberimiz de bu ayın haram aylardan biri olduğunu2; ayrıca bütün zamanlar, aylar ve yıllar Allah’a ait olduğu halde bu ayı “ Allah’ın ayı olan Muharrem” ayı şeklinde ifade etmişlerdir3.

Ayet ve hadislerde değeri ve önemi vurgulanan bu fazilet ve bereket ayının 10. Günü Aşure günüdür. Aşure gününün geçmişten günümüze kadar değerli görülmesi ve yaşatılması; bu günün hem insanlık tarihi hem de İslam tarihi açısından önemli hadislere tanıklık etmesindendir. Zira bu günde; Hz. Âdem’in Cennet’ten yeryüzüne indirilmesi, Hz. Nuh’un ve inananların tufandan, Hz. Musa ve ona iman edenlerin de Firavun ’un zulmünden kurtarılması gibi insanlık adına dönüm noktası sayılacak bazı olaylar vuku bulmuş ve bazı peygamberlere büyük lütuflarda bulunulmuştur.
Bu önemli günde Peygamberimiz (a.s.) ve Mekke halkı oruç tutmuşlardır. Medine’ye hicret edilince, Peygamberimiz (a.s.) Yahudiler’in bu günde oruç tuttuklarını görünce, bunun ne orucu olduğunu sormuşlar, Yahudiler de; Allah’ın bugünde Hz. Musa’yı ve İsrail Oğullarını düşmanlarından kurtardığını, Hz. Musa’nın ve kendilerinin de bu sebeple oruç tuttuğunu söylemişlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Ben Musa’ya sizden daha yakınım” buyurmuşlardır4 .
Hz. Aişe annemiz de, Peygamberimizin Medine’ye hicretten sonra da Aşure orucu tuttuğunu ve ashabına da tutmayı emrettiğini söylemiş; ayrıca Ramazan orucu farz kılınınca dileyenin bu orucu tuttuğunu dileyenin de tutmadığını haber vermiştir.5

Peygamberimiz Aşure orucunun kıymetini ifade sadedinde; “Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Muharrem ayında tutulan aşure orucudur.”6 buyurmuştur.

Yine “Aşure orucu sebebiyle Allah’ın geçmiş yıldaki günahları affetmesini umuyorum.”7 buyurarak

bu günde tutulacak orucun geçmiş günahlara kefaret olacağı müjdesini vermiştir. Muharremin 10. günde oruç tutmak tavsiye edilmekle birlikte; sadece o günde oruç tutulması doğru görülmemiş, bunun yanında bir önceki veya bir sonraki günün de oruçlu geçirilmesi tavsiye edilmiştir.
Ayrıca Aşure gününde, başta aile fertleri olmak üzere, insanlara ikramda bulunan kişinin rızkına sene boyunca, Cenab-ı Hakk’ın bereket ve genişlik vereceği Peygamberimiz tarafından müjdelenmiştir.8

Muharremin 10. günü, Aşure gününü İslam tarihinde bıraktığı acı izleriyle de hatırlamaktayız. Zira Sevgili Peygamberimizin haklarında “Allah'ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de bunları sev.”9 buyurduğu iki torunundan biri olan Hz. Hüseyin, beraberinde bulunan 72 kişiyle birlikte Kerbelâ’da 10 Muharrem Aşure gününde acımasızca şehit edilmişlerdir.
Tarihimizde yaşanmış bu tür acı olayları onaylamak elbette mümkün değildir. Bunları hatırlamak dahi, Peygamberi, O’nun ehl-i beytini seven ve sevmek zorunda olan Müslümanların yüreğini sızlatmaktadır. Bunları hatırlamak ve hatırlatmaktaki maksat, bu tür acı hatıralardan ders almak, bu yanlışlıklara bir daha düşmemek; bu ve benzeri olaylar karşısında sağduyulu davranabilmektir.

Sahip olduğumuz dini ve milli değerlerimiz bizleri kardeşliğe, birlik ve beraberliğe çağırmaktadır. Cennet vatanımızda huzur ve mutluluk içerisinde yaşabilmemiz, ancak inancımızın gereği olarak Allah ve peygamber sevgisi etrafında birlik ve beraberliğimizi koruyarak, karşılıklı saygı ve sevgiye dayanan kardeşlikle mümkündür.
İçinde bulunduğumuz Muharrem ayının ve 5 Aralık Pazartesi günü idrak edeceğimiz Aşure gününün hayırlara vesile olmasını Yüce Mevla’dan diliyor ve hutbemi şu ilahi ferman ile sonlandırıyorum; ; “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”10

1 Tevbe 9/36.
2 Buharî, “Megâzî”, 77.
3 Müslim, “Sıyam”, 202-103.
4 İbn Mace, Sıyam, 41
5 Müslim, Siyam, 113
6 Tirmizi,Savm, 46; Müslim, savm, 38.
7 Tirmizi, Savm, 48.
8 Et-Tergib ve’l-Terhib,2,116
9 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288.
10 Al-i İmran, 3/103.

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde başarılar kolaylıklar dilerim.
 
09.12.2011

VEDA HUTBESİ


Muhterem Müslümanlar!

Yüce Mevlâmızın: “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [1] Buyruğuna muhatap kıldığı ve insanlık tarihine son peygamber olarak gönderdiği Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), Vedâ haccında Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa hitap edecek bir hutbe irad etmiştir. Veda hutbesi olarak bildiğimiz bu evrensel mesaj, gerçek insan hakları beyannamesi olarak kabul edilmiştir. Bizler de peygamberimizin şefaatini umarak bu mübarek hutbesini yâd ediyoruz.
Tüm insanlığın kurtarıcı rehberi olan biricik peygamberimiz (s.a.v.), Veda hutbelerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. O, Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed (sav) O'nun kulu ve Rasûlüdür."

Ey İnsanlar! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz.
Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lakin anaparanız da size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız.
Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.
Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır.
İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "
Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:
"Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!"
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:
"Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! " Buyurarak, mübarek hutbelerini bitirdi.
Allah’û Tealâ, peygamberimizin hatırına vererek bizleri O'nun şefaatine nail eylesin.... Âmin

_______________________________________
[1] Enbiya Suresi: 21/107

HAyırlı Cumalar RFC işlerinizde kolaylıklar ve başarılar dilerim.
 
30.12.2011
ZAMAN BİLİNCİ
Muhterem Müslümanlar,
Belki de hiçbir din, hiçbir kültür ve medeniyet, zamana son hak din İslâm kadar önem atfetmemiştir. Zaman, Yüce Rabbimizin insanoğluna verdiği nimetlerin en başında yer alır. Yeryüzündeki birçok nimetin alternatifi veya yitirilmişse telafisi mümkün iken, geçen hiçbir ânın geri getirilmesi asla mümkün değildir. Önemine binaen Kur’an-ı Kerim’de bazı sureler; Asr, Duha, Leyl, Fecr, Cuma, Felak gibi zaman ifadelerine yeminle başlar, isimlerini de bu ifadelerden alır. Yine pek çok ayette; dehr, karn, asr, sene, yaz-kış, ay, gece-gündüz, sabah-akşam, kuşluk vakti, zeval ve gurub vakti, gece yarısı, ân gibi vakitlerden söz edilir. Bazen “süresi elli bin yıl olan bir günden” bazen de “göz kırpması veya daha az bir zamandan” bahsedilir. Yüce Rabbimiz öyle bir zamandan söz eder ki, o vakit insan henüz adı anılan bir varlık bile değildir. Yine Kur’an’da öyle bir saatten bahsedilir ki, kıyametin kopuşunun kastedildiği bu ânın ne zaman gerçekleşeceğini Allah’tan başka hiç kimse bilemez. İşte Cenâb-ı Hakk’ın bu iki zaman dilimi arasında insanoğluna verdiği kesintisiz nimetin adıdır zaman. Biz insanlar açısından ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’le başlayan bu kesintisiz nimet, yüzlerce asırdır, binlerce neslin üzerinden akıp gitmiştir.
Kıymetli Müminler,
Dinimizdeki sorumluluk anlayışına göre; “Yüce Allah, kişiyi ancak verdiğinden ve ancak gücü nispetinde sorumlu tutar”. Bu yüzdendir ki, her birimize ahirette sorulacak ilk soru, bir ayet-i kerimede de ifade edilen: “Dünyada ne ile meşgul idiniz? Ne yaptınız?” sorusu olacaktır.
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” buyuran Sevgili Peygamberimizin ashabından birine söylediği şu hikmetli tavsiyesi ne kadar mânidardır: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın”
Ne var ki Allah ve Resulü’nün zamana verdikleri bu kıymet ve öneme paralel bir duyarlılığı bugün pek çok Müslümanda görebilmek maalesef mümkün değildir. Bırakın zamanın kıymetini bilmeyi, böyle bir nimet karşısında bizdeki duyarsızlık hatta vurdumduymazlık içler acısıdır. Oysa Müslümanlar olarak bizlerin sağlam bir zaman tasavvuruna sahip olmamız, zaman bilincini geliştirmemiz, zamanın bize verilen en değerli nimet olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki dilimize ve kültürümüze de yerleşmiş olan “zaman çok kötü!” “zaman öldürmek”, “zamanım yok!” “zamane çocuğu!” “zaman sana uymazsa sen zamana uy!” şeklindeki söylenmeler, aslında zamana nasıl baktığımızın birer göstergesidir. Halbuki değeri bilindiği ve değerlendirildiği müddetçe zaman daima iyidir, mübarektir. Yaşadığı en küçük zamandan sorulacağı bilinciyle hareket edip zamanı değerlendirerek “iyi ve aydınlık” kılacak da, aksini yaparak onu “kötü ve karanlık” hâle getirecek de biziz.
Sevgili Kardeşlerim,
İster hicrî, ister milâdî olsun, Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi; “Allah katında ayların sayısı on ikidir.” Birkaç hafta evvel hicrî 1432 yılına girdik; inşallah Pazar günü de milâdî 2012 yılına gireceğiz. Aslında bu, süresinin ne kadar olduğunu bilemediğimiz ömrümüzden koca bir yılın eksildiği, başka bir ifade ile ölüm gerçeğine bir yıl daha yaklaştığımız anlamına gelmektedir. Tam bu noktada, geçirilen 365 günün ardından bir muhasebe yapılması gerekirken, yeni bir yıla kavuşmanın sevinç ve heyecanıyla sırf ötekine özenerek ve öykünerek daha ilk geceden zamanı öldürmek ne kadar da düşündürücüdür!
Oysa Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekrem Efendimizin şahsında her birimize; “Bir işi bitirince diğerine koyul.” buyurmaktadır. Yine bizim kültürümüze göre “İki günü eşit olan ziyandadır.” Hutbemin başında okuduğum surede Yüce Allah şöyle buyurur: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”
Dolayısıyla Yüce Rabbimizden niyazımız, bize zamanı iyi plânlama ve iyi değerlendirme bilincini bahşetmesi; geçirdiğimiz yılın ve yılların iyi bir muhasebesini yapmamız; gireceğimiz 2012 yılının başta ülkemiz, gönül coğrafyamız ve İslâm âlemi olmak üzere tüm insanlığa barış, huzur ve mutluluk getirmesi; hayırlarla dolu bolluk ve bereketler içinde bir yıl olmasıdır.

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde başarılar kolaylıklar dilerim.
 
06.01.2012
NAMAZ İBADETİ

Muhterem Mü’minler!
Dinin temellerinden ve müslümanın amellerinden bir tanesi ve birincisi hiç şüphesiz namaz ibadetidir.
Namaz gerek ayetlerde ve gerekse hadislerde Allah ve Resulünün, hakkıyla yerine getirilmesini ısrarla ifade ettiği bir ibadettir. Namaz Kur’an’da, rabbine karşı saygı duyanların, kurtuluşa eren müminlerin, salih ve sadık kimselerin yerine getirdiği bir ibadet olarak zikredilir.

Aziz Müminler!
İmandan sonra en faziletli amel sayılan ve kelime-i şahadetten sonra İslam’ın en önemli rüknü kabul edilen namaz, kişinin bedeni, dili ve kalbiyle, adeta bütün benliğiyle Allah’a yönelmesi halidir. Bu özelliğinden dolayı namaz diğer bütün ibadetlerin özü sayılmıştır.
Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde “Namaz dinin direğidir.” buyurmuş ve namazın en önemli rüknü durumundaki secdeyi de “kulun Allah’a en yakın olduğu an” olarak tarif etmiştir.

Kıymetli Müminler!
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde “Beni anmak için namaz kıl.” buyurarak Allah’ı anmanın en güzel yolunun namaz kılmak olduğunu bildirmiştir.
Şüphesiz namazın en büyük hikmeti, kulu maddi ve manevi kirlerden arındırarak huzura erdirmesi ve rabbine yaklaştırmasıdır. Namazın bu yönü ayet-i kerimede şu şekilde ifade edilmektedir; “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.”

Sevgili Peygamberimiz de, beş vakit namazı, kişinin evinin önünde akan nehre benzetmiş, nasıl ki günde beş defa nehirde yıkanan kişide kirden eser kalmazsa; namazını hakkını vererek devamlı kılan kişide de günahtan bir eser kalmayacağını bildirmiştir.

Aziz Kardeşlerim!
Günün belli vakitlerinde yerine getirilmesi gereken namaz, hayatın koşuşturması içinde kişinin Yaratanı ile her daim irtibatta olmasını sağlar. Kulun, yapıp ettiklerinden Rabbinin her zaman haberdar olduğu bilincini canlı tutar.
Diğer taraftan günde beş vakit kılınan namaz Allah’ın ihsan ettiği sayısız nimetlere karşı kulun şükrünün ifadesidir. Ayrıca namaz; imanın ikrarı, cennetin anahtarıdır. Namaz Allah katında müminin değeri, ömrün bereketi, dünyada huzurlu olmanın ve ahirette kurtuluşa ermenin yoludur.
Sorumluluk çağından itibaren bir ömür boyu, kadını ve erkeğiyle, genci ve yaşlısıyla, âlimi ve cahiliyle, amiri ve memuruyla, köylüsü ve kentlisiyle, öğretmen ve öğrencisiyle kısacası ‘ben müslümanım’ diyen herkesin hakkıyla yerine getirmesi gerektiği bir kulluk borcudur namaz.

Değerli Mü’minler!
Öyleyse kulluk borcumuz olan namaz ibadetini Kur’an’da emredildiği ve peygamberimizin bizlere öğrettiği gibi hakkını vererek kılmaya gayret eldim. Namazlarımızı camide cemaatle kılmaya özen gösterelim. Bizlere emanet olarak verilen ve göz aydınlığımız olan evlatlarımızın da namaza devam etmeleri hususunda gereken gayreti gösterelim. Hem kendimiz hem de onlar için dua edelim.

Sohbetimi bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum: “Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle!”


Hayırlı Cumalar RFC İşlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim.
 
Son düzenleme:
20.01.2012
AİLE HUZURU

Muhterem Müslümanlar
Yüce Rabbimiz insanı tek başına değil topluluk içinde yaşayacak ve huzuru çevresindeki insanlarda bulacak şekilde yaratmıştır. İnsanın en mutlu ve en huzurlu olduğu yer ise şüphesiz ailesinin yanıdır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir. “Sizi tek bir nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini yaratan Allah’dır.”(1) Diğer bir ayette ise şöyle buyrulmuştur. “Kendileriyle huzur bulasınız diye sizin için sizin türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”(2)
Kur’an-ı Kerim’de Allahu Teala “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz” (3) buyurmaktadır. Nedir elbise? İnsanı örten, başkalarının bakışlarına karşı insanı koruyandır. Eşler de haram bakışlara karşı birbirlerini korurlar. Elbisenin örttüğü gibi birbirlerinin ayıp ve kusurlarını örterler. Mutlu bir yuva, mahremiyeti eşlerin iki dudağı arasında mühürlü olan yuvadır.

Değerli Müminler
Aile bir toplumun temel taşıdır. İnsanların hayata gelişi, ahlaken olgunlaşması ve sağlıklı nesillerin yetişmesi aile müessesesi ile mümkündür. Ahlaklı ve güçlü bir toplum ancak birbirlerine bağlı, yardımlaşma ve dayanışma ruhu içerisinde kederleri ve sevinçleri paylaşan, birbirine şefkat ve merhamet gösteren aileler sayesinde oluşur. Bir toplumun huzuru o toplumu oluşturan ailelerin huzuru kadardır.
Aile milli ve manevi değerlerin öğretildiği ilk yerdir. Gözümüzün nuru kabul ettiğimiz evlatlarımızın da ilk mektebi ailedir. Bir çocuğun karakteri anne ve babasına göre şekillenir. Eğer ahlaki olarak evlatlarımızdan bir şikâyetimiz varsa önce kendimize bakmalıyız; çünkü her evlat ailesinin aynasıdır.
Aziz Cemaat
Günümüzde en ufak bir sebeple boşanan aileler, nikâhsız yaşamalar, aldatmalar, sokaklara terk edilen çocuklar, İslamın üzerine titrediği yuvaların giderek azaldığına delalettir. Bizim yuvalarımız çağımızın yozlaşan aile hayatına karşı bir kale olmalıdır. Bu kaleden vatanını ve milletini seven, büyüklerine hürmet gösteren, küçüğünü koruyup gözeten, din ve mukaddesatına bağlı salih evlatlar yetişmelidir. Unutmayalım ki; aile toplumun can suyu, hayat damarıdır.

1. A’raf, 7/189
2.Rum, 30/21
3.Bakara 2/187

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde başarılar kolaylıklar dilerim.

 
ŞİRK VE ŞİRKTEN KURTULMA

Muhterem Müslümanlar!
Rabbini tanımak ve yalnızca O’na kulluk etmek üzere yaratılan insanoğlunun Yaratanına karşı en büyük nankörlüğü şirk…
Şirk, sözlükte“bir şeyi ortak yapmak ve ortak kabul etmek manalarına gelmektedir. Dini bir terim olarak şirk, Yüce Allah’ın ilahlığında, sıfat ve fiillerinde ve rab oluşunda ortağı, benzeri ve eşinin olduğunu kabul etmeyi ifade eder.

Değerli Mü'minler!
İslam dini tevhid dinidir. Tevhidin manası da Cenab-ı Hakk’ın zatında, sıfatlarında, fiillerinde, ilah oluşunda ve mülkünde eşi, benzeri ve ortağının olmadığına inanmak ve kulluğu yalnızca O’na has kılmak demektir. Bu tevhid anlayışını zedeleyecek her türlü inanç, her türlü yöneliş, kabul ve davranış İslam dini tarafından şiddetle reddedilmiştir. Bunların başında da Kur’an-ı Kerim’de ‘büyük bir zulüm’ olduğu ifade edilen şirk gelmektedir.
Şirkin büyük bir zulüm olmasının sebebi şirke düşen insanın, hem dünya hem de ahiret hesabına kendi zararına bir inanç sergilemesidir. Ve yine şirk, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki her şeyin rabbi Allah (c.c.) iken, bütün varlık alemi O’nun birliğini haykırırken, Allah'ın hakkını O'na teslim etmemek bakımından da büyük bir zulümdür.

Kıymetli Müminler!
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, nefislerine zulmeden kullarının, rablerinin rahmetinden ümit kesmemelerini istiyor ve bütün günahları affedebileceğini müjdeliyor. Ancak bununla birlikte kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamayacağını ifade ediyor. Peygamber Efendimiz de şirki en büyük

günah olarak ve yedi helak edici günahtan birincisi olarak zikreder.

Aziz Mü’minler!
Allah ile birlikte ortak kabul etmek şirk olduğu gibi, kudret ve tasarrufunda O'na ortak kabul etmek de şirktir. Şirk'in diğer bir çeşidi de, yalnız Allah'tan beklenmesi gereken sonuçları, Allah'tan başka güç ve kişilerden beklemektir. Bu açıdan sihir yapmak ve yaptırmak, büyücülük yapmak, fal baktırmak, falcılara inanmak, gelecekten haber verdiklerini iddia edenleri tasdik etmek ve türbelerden medet ummak da, tevhid inancını zedeleyen ve kişiyi şirke götüren günahlardandır.
Ayrıca yapılan ibadetlerde Allah’ın rızasından başka bir maksat gözetme ve riya (gösteriş) gibi hasletlerde şirk olarak ifade edilmektedir.
Kur'an'da bu hususta şöyle buyurulmaktadır: “…Kim Rabb'ine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibâdette kimseyi ortak koşmasın.” Allah için yapılan bir işte Allah’a ortak koşmak demek, riya yani yapılan o işi Allah için değil, gösteriş için yapmak demektir. Allah’ın Rasulü de hadislerinde, ümmeti hakkında en çok korktuğu şeyin Allah’a kullukta riya (gösterişe) düşülmesi olduğunu ve bunun da küçük şirk olduğunu açıklıyor.

Aziz Müminler!
Dinimize göre göklerde ve yerde hâkimiyetin yegâne sahibi Allah (c.c.)tır. Yaratma O’na mahsustur. Her şey O’na boyun eğmiştir. Yaratma ve hükümranlıkta hiç kimse O’na ortak olamaz. Bu nedenle mü’minler, her işte Allah’a yönelmeli, O’nun razı olacağı işleri yapmalı, ibadette ve her türlü kulluk görevinde, hiçbir şeyi O’na ortak kılmamalıdır. İbadet ancak Allah’a yapılır ve ancak O’nun hakkıdır.
Hem nefsimize zulmetmiş olmamak, hem de Alemlerin Rabbi olan Allah-ü Teala’ya nankörlük etmemek için şirkin her çeşidinden ve şirke götüren bütün davranışlardan uzak duralım. İmanın ne büyük bir nimet olduğunu bilelim. Hem kendi imanımızı hem de evlatlarımızın imanını koruyabilmek için dinin koyduğu esaslara sıkı sıkıya sarılalım.

Sohbetime İhlâs suresinin mealiyle bitiriyorum: “De ki: O, Allah’tır, bir tekdir. Allah Samed’dir (Her şey O'na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir). O’ndan çocuk olmamıştır ( Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey ona denk ve benzer değildir.

Dini Kavramlar Sözlüğü, Şirk mad. S.621

Kaynak:
Lokman, 13
Zümer, 53
Nisa, 4-116
Buharî, Edeb, 6; Müslim, İman, 38
Buharî, Vesaya, 23; Müslim, İmân, 144
Dini Kavramlar Sözlüğü, Şirk mad. S.621
Kehf, 110
Ahmed b. Hanbel, V, 428, 429
İhlas, 1-4
 
03.02.2012

MEVLİD-İ NEBİ

Muhterem Kardeşlerim!

Yüce Rabbimizin bütün alemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber Efendimiz(s.a.s.)’in bir mevlid-i şerifine daha ulaşmanın haz ve mutluluğunu yaşamaktayız.
Efendimiz’in doğumu, öteden beri mümin gönüllerde sürûr, veçhelerde beşâret, lisanda ise;
“Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır
Bu gelen tevhid-i irfan kânıdır
Bu gelen aşkına devreyler felek
Yüzüne müştak durur ins ü melek.”
dizeleriyle tezahür etmiştir.

Değerli Kardeşlerim!

İnsanlığın yaratılış gayesini unuttuğu, insani erdemlerden uzaklaştığı, cehalet ve zulmün karanlığının ortalığı kapladığı bir dönemde Mekke ufkundan kainata bir güneş olup doğmuştu Efendimiz. “Bir müjdeci, bir şahit, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil” 1 olarak göndermişti Yüce Rabbimiz onu…
O, bir melek olmadığı gibi, sıradan bir beşer de değildi. Yüce Mevla’dan vahyi alan, insanlara anlatıp öğretendi. O; “Ey örtüsüne bürünen kalk ve anlat.” 2 emrine muhatap olmuş, bu kudsi görevi yerine getirebilmek için gecesini gündüzüne katmıştı. Efendimiz bu çileli yolda kınanma, hakaret, itham, boykot ve hicret gibi nice güçlüklere karşı büyük bir sabır göstermişti. Tıpkı Nebi kardeşleri Yunus, Hud, Salih, İbrahim ve diğerleri gibi.

Kardeşlerim!

Abdullah’ın yetimi, Amine’nin emaneti Halilürrahman İbrahim(a.s.)’ın duası ve müminlerin gözbebeği Yüce Nebi, Rabbimizin insanlığa en büyük ikramıdır. Bu hakikat; “Andolsun Allah müminlere, kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir
lütufta bulunmuştur...” 3 ayetiyle duyurulmuştur. Efendimiz cehlin yerine bilgi ve hikmeti, zulmün yerine hak ve adaleti getirmiştir. “Ben Muhammed’im, ben Ahmed’im, ben rahmet peygamberiyim” 4 diyen Kutlu Nebi(s.a.s.); nefret ve kinle paslanan yürekleri, körelmiş vicdanları muhabbet ve merhametle yeniden inşa ve ihya etmiştir.
Kur’an’ın ifadesiyle O, “bizim içimizden bize gelmiş” 5 bir elçidir. ‘İçimizden biri’ olması, O’nun örnekliğinin ve örnek alınmasının da bir gereğidir. O’nun gibi bir kul, O’nun gibi bir evlat, O’nun gibi bir eş, O’nun gibi bir baba, O’nun gibi bir arkadaş, O’nun gibi bir komşu, O’nun gibi bir yönetici olmanın imkânı sunulmuştur bizlere…

Kardeşlerim!

Kur'an Kerim Kitabımız, Allah’ı sevmenin ve sevgisine erişmenin Resulümüze uymakla mümkün olacağını beyan etmiştir. 6 Asr-ı Saadetten bugüne değin bütün müminler bu ilahi çağrıya uyarak, gönüllerini Efendimizin muhabbetine adamışlardır. İsimlerine, düşünce ve davranışlarına, şiir, musiki ve sanat eserlerine kısaca tüm hayatlarına bu sevgiyi gergef gergef nakşetmişlerdir. Efendimizin adını andıkları ya da işittiklerinde salavat getirmeyi ona saygının bir gereği kabul etmişlerdir. Veladet bahrinde; “Doğdu ol saatte ol Sultan-ı din / Nura gark oldu semavat u zemin” kısmı okunurken oturmayı edebe aykırı görmüş, sanki Resulullah’ın manevi şahsiyetleri meclisi teşrif edercesine O’nun kudümünü ayakta karşılamışlardır. Aziz Mahmud Hüdai hazretleri bu teşrife duyduğumuz minnettarlığı ne güzel dile getirmiştir: “Kudümün rahmet u zevk u safadır Ya
Resulallah / Zuhurun derd-i uşşaka devadır Ya Resulallah.”

Kardeşlerim!

Efendimize sevgimiz O’nu çok iyi anlamak, getirdiği mesajı benimsemek ve hayatımıza aktarmakla tezahür etmelidir. O’nun bizzat Rabbimiz tarafından meth u sena edilen ahlakını örnek alabildiğimiz, merhamet, şefkat, adalet, hoşgörü ve daha nice güzel vasıflarını ilke edinebildiğimiz, kısacası bizler de O’nun gibi canlı birer Kur’an haline
gelebildiğimizde Resulümüze sevgi ve bağlılığımızı göstermiş olacağız. Yüce Mevlamız, gönlümüzden Efendimizin sevgisini hiç eksik etmesin. Bugün bu kutlu mabedi
dolduran siz kıymetli cemaatimizin mevlid kandilini tebrik ederken, Habib-i Kibriyanın manevi huzurunda kemal-i edeple deriz ki: “Ey velâdeti yeryüzünün baharı, insanlığın
bayramı olan, gönüller sultanı, canda canan Yüce Resul! Sizi tanımış ve size iman etmiş olmaktan dolayı biz, erişilebilecek en büyük nimete ermenin idrakiyle Rabbimize sonsuz hamd ve sena ediyoruz. Ruhu tayyibenize gönül dolusu salat ve selam olsun. Allahümme salli alâ seyyidina Muhammed..”

Kaynak:
1. Ahzab, 33/45-46
2. Müddessir, 74/1-2
3. Al-i İmran, 3/164
4. Müslim, Kitâbul-Fedâil, 126
5. Tevbe, 9/128
6. Al-i İmran, 3/31

Cumanız Mübarek olsun, Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim.


mevlidkandili029.jpg
 
Son düzenleme:
İSRAFTAN SAKINMAK

Muhterem müminler!
İslam dininde meşru yollardan helal kazanç elde edip biriktirmek ve uygun olarak harcamak farz olduğu gibi, lüzumsuz olarak tüketmek ve israf etmek de haramdır.

Mal dünya nimetlerindendir. Hayatın sürdürülmesi için mal sahibi olunması şarttır. Bizlere haksız yere başkasının malını yemeyi yasaklayan dinimiz, kendi malımızı da ölçülü harcamayı emretmiştir. Hutbemizin başında okuduğum ayette şöyle buyrulmaktadır.”…yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”(1)

Peygamberimiz de bir sözlerinde deniz kenarında bile olsa, abdest alırken suyu ölçülü kullanmayı tavsiye etmişlerdir. Sahip olunan malın haram yollarla harcanması, kişiye ve başkasına faydalı olmayan harcamalar, ölçüsüzce yapılan harcamalar ve bağışlar da İslam dininde israf olarak kabul edilmektedir. Korunması gereken yerde malı korumak, sarf edilmesi gereken yerde de harcamak, yani ölçülü davranmak dinimizin emridir.
Günlük hayatımızdaki israfın başında su gelmektedir. Ülkemizde de sıkıntısı çekilen nimetlerin başında su gelmektedir. Belki Rize’mizde akarsuların ve bol miktarda akan pınarların çok olması suyun önemini bize tam idrak ettirmeyebilir. Ancak büyük şehirlerde su sıkıntısı had safhadadır. Bazı ülkelerde de petrolden daha kıymetli bir nimettir. Aynı şekilde elektrik israfı da yapılan harcamaların başında gelmektedir. Resmi dairelerde, evlerde ve camilerde lüzumundan fazla yanan ışıklar veya gereksiz harcamalar her geçen gün ülke ekonomimize önemli bir yük olmaktadır.

Muhterem kardeşlerim!
Bazı israflar vardır ki, sıradan alışkanlıklar olarak kabul edilmektedirler. Mesela, toplu yemek tüketimlerinin olduğu oteller; lokantalar; okulların ve fabrikaların yemekhaneleri büyük çapta israfların meydana geldiği, belki tonlarca yiyeceğin çöpe atıldığı yerlerdir. Bunun yanı sıra kâğıt ve enerji gibi sayısız israf konuları vardır. Bunları engellemek için birçok önlem almak mümkün olsa da kişisel tedbirlerle böyle bir israfın önüne geçmek mümkün değildir. Konuyla ilgili bir ayette şöyle buyrulmaktadır:”Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. İsraf ederek saçıp savurma.”(2)

İsraf denildiğinde zaman israfını da unutmamalıyız. Boş vakitlerimizi israf etmemeye ve hayırlı işlerle ilgilenmeye dikkat etmeliyiz. Sonuç olarak israftan sakınmak insanın yapacağı işlere, kazancına ve hayatına bolluk ve bereket katar. Her şeyden önce de Allah’ın razı olacağı ahlak sahibi olmayı temin eder. Kısacası israfa engel olmak ve tutumlu olmak bize düşen önemli bir sorumluluktur.
__________
(1) :Araf Suresi - 31
(2): İsra Suresi -26

Hayırlı Cumalar İşlerinizde kolaylık ve başarılar dilerim.
 

24.02.2012

HELAL KAZANCIN ÖNEMİ

Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslam’ın, fert ve cemiyet halinde yaşayan insanın hayrına getirmiş olduğu yükümlülükler vardır. Bu yükümlülüklerin en önemlilerinden biri de kişinin kendisinin, ailesinin ve çocuklarının nafakasının tedariki için kazancının helal yollardan olmasına önem vermesidir.
Aziz Mü’minler!
Dinimiz insanların haklarını güvence altına almak, onların aldatılmalarının önüne geçmek gayri meşru kazancı önlemek için tedbirler almış ve yasaklar getirmiştir. Müşteriyi aldatmak, malın ayıbını ve kusurunu gizlemek; çalışanı mağdur etmek, çalışanın emeğinin karşılığını zamanında vermemek; çalışanın da emeğini sarf etmeden ücret alması, işini zamanında yapmaması; usta ve sanatkârların işini doğru yapmaması, kamu hakkını yemek, devlet malını zimmete geçirmek, vatandaşı rüşvet vermeye zorlamak için işi zorlaştırmak, uyuşturucu madde satmak, fırsatları ganimet bilip fiyatları artırmak, umut tacirliği yapıp insanlara kısa yoldan zengin olma hayalleri aşılayarak onları kumara alıştırmak, borç verme ve mağdura yardım etme hasletlerinin kaybolmasını fırsat bilerek darda kalan insanlara faizle borç para verip tefecilik yapmak, hırsızlık, gasp, kapkaççılık, dolandırıcılık, hileli iflas, sahte boşanma sureti ile sahte evrakla maaş almak, yetim malı yemek vb. gibi yasaklar haram malı önlemek içindir.
Her konuda olduğu gibi yüce dinimiz helal kazancın yolunu da bize gösteriyor.
Bu hususta yüce Allah (c.c) “ Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin. Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” Diğer bir ayette de “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin, ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyiniz. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.”
Sevgili Peygamberimiz(s.a.v) de alın teri ile kazanılana dikkat çekerek “Hiçbir kimse asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davut(a.s) da kendi el emeğini yerdi.” buyurmuştur.
Öte yandan dua ve ibadetlerimizin kabul olması için boğazımızdan geçen lokmanın helal olması şarttır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) “ Bir kimse (Allah yolunda) uzun sefere çıkar. Saçı başı dağınık toprağa bulanmış vaziyette Ya Rabbi! Ya Rabbi! diyerek ellerini gökyüzüne açar. Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir. ” buyurmuştur.
Muhterem Müslümanlar!
Her müslümanın gayesi helal kazanç elde etmek olmalıdır. Başkalarının haklarına riayet etmek, helale-harama dikkat etmek, meşru yollardan kazandığı malı da israf etmemek, müslümanların en önemli görevlerindendir.
Sohbetimizi Peygamberimizin (sav) bir hadisi şerifi ile bitiriyorum. “Ailesinin geçimini helalinden kazanmak için koşan kişi, Allah yolunda cihat yapan kişi gibidir.”

Hayrılı Cumalar RFC işlerinizde bol kazançlar başarılar dilerim.
 
Geri
Üst