Cuma Sohbetleri

02.03.2012
İSLAM’IN KADINA VERDİĞİ DEĞER


Muhterem Müslümanlar!

Kur’an-ı Kerim’de inanan erkek ve kadınlar; ibadet, ahlak, sosyal ve ekonomik hayat gibi alanlarda yan yana zikredilmekte, her ikisi de ibadet ve itaat eden, özü sözü doğru olan, sabreden, gönlünü ibadete vermiş olan, sadaka veren, oruç tutan, ırzını koruyan ve Allah’ı çok zikreden kişiler olarak tasvir edilmektedir. İnanan erkek ve kadınlar, dünyada yaptıkları her şeyin karşılığını, herhangi bir cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin ahirette göreceklerdir.
İslamda insanlık ve Allah’a kulluk bakımından kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi temel hak ve sorumluluklar açısından da kadının konumu erkekten farklı değildir. Kadınlar hakkında ibadet temizliği ve ibadetlere ilişkin bazı özel düzenlemelerin bulunması, bir cinsin kul olarak üstün tutulması veya ikinci derecede kabul edilmesi anlamında olmayıp, bunlar cinsin fıtri özelliklerine binaen konmuş hükümlerdir.

Muhterem Mü’minler!
İslam, her şeyden önce kadına “annelik” vasfını vermiş ve cennetin annelerimizin ayakları altında olduğunu bize bildirmiştir. Ayrıca kız çocuklarını ikinci plana atmayıp, iki kız çocuğunu güzelce yetiştirip terbiye edenleri cennetle müjdelemiştir.
Yine Kur’an-ı Kerim’de “ ….Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır.Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.” Ayeti kerimesi zikredilerek erkeklere mülkiyet hakkı tanındığı gibi kadınlara da mülkiyet hakkı tanınmıştır.





Aziz Cemaat!

Kadının insan olup olmadığının, ruhunun bulunup bulunmadığının tartışıldığı, tamamen erkeğe tabi olduğu ve sürekli vesayet altında bulunduğu, hatta mirastan hisse alması bir yana, kendisinin bile miras malı gibi değerlendirildiği bir dönemde, yüce İslam dini, kadının da insan olduğunu beyan etmiş, mirastaki haklarını ortaya koymuş ve kadına hak ettiği değeri vermiştir. Hz Peygamber’in kadınlardan ayrıca biat alması ve bu uygulamanın Kur’an-ı Kerim’de açıkça yer alması, İslam’a göre kadın iradesinin bağımsızlığını göstermektedir.

Değerli Kardeşlerim!

Unutmayalım ki, kız olsun erkek olsun, çocuklar Yüce Mevlamızın bize lütfettiği sevinç ve mutluluk kaynağıdır. Çocuklarımıza karşı şefkat ve merhametin ölçüsü cinsiyet olmamalıdır. Onların birinin hakkı diğerinden daha az değerli veya kutsal değildir. Maalesef bazı bölgelerimizde görülen kız çocuklarının mirastan, eğitim ve öğretim hakkından mahrum edilmeleri dinimizin esasları ile bağdaşmaz.
Sohbetimizi bir Hadis-i Şerif mealiyle bitirelim:” Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olur.”

Hayırlı Cumalar RFC İşlerinizde Kolaylıklar Başarılar Dilerim.
 

16.03.2012

ÇANAKKALE ZAFERİ

Muhterem Müslümanlar!
Çanakkale Zaferi, tarihimizi taçlandıran olaylar arasında muhteşem bir yere sahiptir. Milletimizin tarih boyunca karşılaştığı en büyük ve en zorlu sınavlardan biridir. Müslüman varlığını yeryüzünden ebediyen silmeyi amaç edinen zihniyet, Çanakkale boğazından geçerek İstanbul’u istila etmek suretiyle ülkemizi parçalamak, milletimizi esir etmek için 1914 yılı Kasım ayında Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir.

Bu savaşta Türk milleti tarihte emsali görülmemiş bir başarı elde etmiştir. Bir kez daha Türk milleti iman gücü ve vatan sevgisinin maddi üstünlükten daha önemli olduğunu göstermiştir. Savaştan sonra İngiliz komutanın; "Bizi Türklerin maddî gücü değil, manevî gücü mağlup etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı” şeklindeki itirafı, bu gerçeği ifade etmektedir’.
Aziz Müminler!
Can ve malın Allah yolunda, insanı insan yapan, toprağı vatan kılan, toplumu millet yapan değerler uğruna feda edilebilmesi, kişinin Rabbi’ne karşı kulluğunun en güzel ifadesidir. Bunun içindir ki Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp şehit olmayı, diriltilip yine şehit olmayı, tekrar diriltilip şehit olmayı isterim”1





Muhterem Mü’minler’
Çanakkale destanı 250 bin vatan evlâdının şahadet şerbetini içmesiyle yazılmıştır. Şehitlik biz müminler için çok müstesna bir makamdır. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı kerim’de şöyle buyurmaktadır “Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın; bilakis, onlar diridirler. Rableri katında rızıklanmaktadırlar.”2 Peygamber Efendimiz(s.a.v) de: "Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki bütün şeyler kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmek istemez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı ister."3 buyurmuşlardır.

Değerli Mü'minler!
Vatanımızı canları ve kanları karşılığında bizlere teslim eden aziz şehitlerimize, her zaman minnet duymalı, bırakmış oldukları mirasa gerektiği şekilde sahip çıkmalıyız.
Sohbetimi şehit olacağını bile bile yerini terk etmeyen ve adını Hz. Muhammed (s.a.v) den alan Mehmetçiğin anlatıldığı bir şiirle tamamlamak istiyorum

DUR YOLCU
Bilmeden gelip bastığın bu topraklar
Bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu’mda
İstiklal uğrunda namus yolunda
Can veren Mehmet’in yattığı yerdir.
Kaynak:
1-Buhari, Müslim,199
2-Ali İmran 3/169
3-Buhari,Cihad,24

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde Başarılar Kolaylıklar Dilerim.
 
23.03.2012

ZAMANI DOĞRU KULLANMA BİLİNCİ

Muhterem Mü’minler!
Geçip giden zaman, Allah’ın insanlara bahşettiği en büyük nimetlerinden biridir. İnsan; kendisine bahşedilen bu sınırlı ve sonlu sermayeyi, sınırsız ve sonsuz mükâfatları kazanabilmek dünya hayatında da başarılı olabilmek için, bilinçli kullanmak zorundadır. Dolayısıyla zamanını; iş, ibadet ve istirahat saatlerine bölerek bir disiplin dâhilinde harcamalıdır. Bunun dışında, müslümanın boşa harcayacak zamanı yoktur. Yüce Allah(c.c.)Kur’an-ı Kerim de“Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alametini giderip gündüz alametini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık.”(1)
Kıymetli Mü’minler!
Asr suresinde de; zamanın önemine şu şekilde dikkat çekilmiştir“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir.”(2)Çünkü insan, geçen zamanı kazanç zanneder. Oysa her an onun ömrünü götürmekte, ahiret hesabını yaklaştırmaktadır. Ama insan, bunun farkında olmadığı için zamanın geçmesiyle sevinir. Ancak insan Asr suresinin devamındaki tavsiyeye uyarak Allah’a inanır sonrada ömrünü yararlı iş, hakkı ve sabrı tavsiye ederek geçirirse, yaptığı yararlı işler kendine kar kalır. Aksine böyle yararlı işler yapmaz, zamanını tembellikle, boş işlerle ve zararlı alışkanlıklar edinerek geçirirse vaktini ziyan etmiş olur.
Atalarımız, zamanın önemine şu şekilde dikkat çekmişlerdir “Bugünün işini yarına bırakmayınız, Ağaç yaş iken eğilir.”
Değerli Mü’minler!
Genelde insan ömrü; çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlık ve düşkünlük olmak üzere beş safhaya ayrılmıştır. Bu safhaların her birinde ayrı görev ve sorumluluklarımızın olduğu şu hadisi şerifte açıklanmıştır.‘‘Kişi kıyamet gününde şu hususlardan sorulacaktır. Bunların cevabını vermeden hiçbir yere adım atamayacaktır. Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne işte harcadığından, malını nereden kazanıp nerelere harcadığından, öğrendiği ile ne amel ettiğinden.’’(3)

Kıymetli Kardeşlerim!

O halde; geliniz önce kendimizden başlayarak, hem Dünyada hem de Ahirette kazançlı olmak için hep birlikte çalışalım ve zamanı iyi değerlendirip hiçbir anımızı boş geçirmeyelim. Yüce Rabbimizin inşirah süresinde Peygamberimize ve O’nun şahsında biz mü’min kullarına‘‘Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul’’(4)buyurması, geçip giden zamanın kıymetini bizlere açıklayan çok anlamlı bir uyarı olduğunu, asla aklımızdan çıkarmayalım.
Sohbetimizi bir hadisi şerifle bitirmek istiyorum.
‘‘Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin; Ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin.(5)

______________________________________
(1) İsrâ, süresi/12
(2) Asr suresi/1,2
(3) Tirmizi, Kıyamet,1
(4) İnşirah süresi/7
(5) Buhari,Rikak,1/Tirmizi,Zühd,2

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim.
 
30.03.2012

KÜTÜPHANELER HAFTASI

Kıymetli Müminler!
Yaratılmışların en değerlisi olan insanoğlu, dünyaya hiçbir şey bilmez olarak gelir. Doğduğu anda, ihtiyaç duyduğu her türlü bilgiden yoksundur. Öncelikle, kendini ve Yaratanını tanıyabilmesi, hayata bir anlam verip, yaşama değer katabilmesi insanın eğitilmesiyle mümkündür. Ayrıca hem dünyada hem de ahirette mesut ve bahtiyar olmanın yolu da okuyup, öğrenmek suretiyle kendimizi yetiştirmekten geçmektedir. Kişi böylece kendini gerçekleştirecek ve Yaratanın kuluna layık gördüğü eşref-i mahlûkat makamına yükselecektir.
Bu sebepledir ki dinimiz; okumayı, öğrenmeyi ve ilim sahibi olmayı teşvik etmiştir. Hatta bu uğurda çaba sarf edip, gayret göstermeyi nafile ibadetten daha kıymetli görmüştür.

Aziz Müslümanlar!
Yüce Rabbimizin bizlere ilk hitabının; “Yaratan Rabbinin adıyla oku!.. O, insana bilmediklerini ve kalemle yazmayı öğretendir” şeklinde olması da; okumanın, öğrenmenin ve yazmanın önemini açık olarak ifade etmektedir. Okuyabilmenin insanoğluna özel bir ikram olduğu gerçeğini de aynı ayetlerde geçen, “Oku! Rabbin kerem sahibidir” şeklindeki ifadede görüyoruz. Böylece anlıyoruz ki yaratanın bizlerden yerine getirmemizi istediği ilk vazife okumak oluyor.

Muhterem Cemaat!
Kendisinin bir öğretici olarak gönderildiğini ifade eden rahmet peygamberi efendimiz (a.s.) de; "Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır." buyurmuştur.

Ayrıca okumak, öğrenmek ve ilim tahsil etmek için yola çıkan bir kimsenin üzerine, meleklerin hoşnutluklarından dolayı rahmet kanatlarını gerdiklerini, göklerde ve yerde bulunanların; hatta suyun içindeki balıkların bile bu kişi için Allahtan mağfiret dilediklerini haber vermektedir.

Aziz Cemaat!
Dinimizin okumaya, eğitim ve öğretime verdiği önem ve yaptığı teşvik apaçık ortadadır. Ve özellikle çağımızda, sözü geçen ülkelerin, okuyan, bilgiyi işleyen, üreten ve bilgiyi elinde bulunduran ülkeler olduğu da apaçık bir gerçektir. Ülkelerin gelişmişlikleri ile okudukları kitap sayısı paralellik göstermektedir. Ancak ülkemizde televizyon izle-me oranı %95 iken, kitap okuma oranı ise % 4,5’tur. Bütün bunlara rağmen bizler bugün hala, okuyup öğrenmeye, kitaplara ve kütüphanelere gereken ilgiyi gösterememekteyiz. Böyle olunca maalesef, günümüzün en yalnız ve en mahzun eserleri kitaplar ve mekânları da kütüphaneler olmaktadır.

Kıymetli Müminler!
Mart ayının son pazartesi günü ile başlayan hafta Kütüphaneler Haftası olarak kutlanmaktadır.
Günümüzün gerçek üniversiteleri ve kültür evleri olan, her türlü kitabı bulabileceğimiz kütüphaneleri sık sık ziyaret etmeli, kitaplarla barışmak için bu haftayı vesile kılmalıyız. Kitapları sevmeli ve onları okumalıyız. Evimizin bir köşesinde küçük de olsa bir kütüphane oluşturmalıyız. Kitapları; vitrin süsü olarak değil, en faydalı dost ve arkadaş olarak bilmeliyiz. Okumak en güzel alışkanlıklardandır. Zamanlarımızı bu güzel alışkanlıkla değerlendirmeliyiz. Manevi hayatımıza zarar vermeyen her türlü eseri okumalı ve okutmalıyız. Bununla da kalmayıp okuduklarımızı tefekkür edip, ibret almalı, yeni fikirler üretmeli, keşif ve icatlarda bulunmalıyız.
Sohbetimi Şu ayeti kerimin mealiyle bitiriyorum. Yüce Allah şöyle buyuruyor: …De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...

Hayırlı cumalar RFC işlerinizde başarılar kolaylıklar dilerim.
 
13.04.2012
KARDEŞLİK AHLAKI VE HUKUKU


Yürekleri birbirleri için çarpan ve ‘Allah’ın lütuf ve inayetiyle kardeş olma’ bahtiyarlığına ermiş aziz kardeşlerim!

Rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla gönülleri aydınlatan Peygamberimiz (s.a.s.)’in, asırlar öncesinden seslendirdiği kardeşlik ahlakı ilkelerine gelin hep birlikte kulak verelim:

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın kusurunu örterse Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter.”

Kardeşlerim!

Kardeşlik kavramı, aynı anne-babadan meydana gelenlere hasredilemeyecek kadar kapsamlıdır. Kardeşlik, Yaratan’ın bakışıyla insanı sevmektir. Yağmurun getirdiği rahmet gibi birbirimize rahmet olmaktır. Bir yerine binler olmaktır kardeşlik. Peygamberimizden gelen bir vefadır. Yıkık viranelerdeki mahcup edalı gariplere, kimsesiz gönüllere, yetimlere ve öksüzlere yürekten “kardeşim!” diyebilmektir. Teselli etmek, aynı zamanda teselli olmaktır kardeşlik. Fırtınalı denizlerde sığınılacak bir liman olabilmektir. Zor zamanlarda, gönül alıcı bir sözle mütebessim bir çehre sunabilmektir kardeşlik.
Kardeşlik, diğergam olabilmektir. Kutlu Nebi’nin (s.a.s.); “Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz.” prensibine sıkı sıkıya bağlı kalmaktır kardeşlik.

Duyarlı olabilmektir kardeşlik. Efendimiz (s.a.s.)’in ifadesiyle birbirimize muhabbet, merhamet ve şefkat gösterme hususunda tek bir vücut olabilmektir.
Kardeşin kusur ve ayıbını örtmek, ayağına batan dikende dahi derdiyle dertlenebilmek, türlü sıkıntılara müptela olduğumuz şu imtihan dünyasında beraberce Allah rızasını aramaktır kardeşlik.
Kardeşlik, kardeşin hakkına riayet etmek ve saygınlığına gölge düşürmemektir. Peygamberimizin “Müslümanın müslümana malı, namusu ve kanı haramdır. Kişiye, müslüman kardeşini küçük görmesi kötülük olarak yeter.” sözünü hayatımızın ilkesi haline getirmektir kardeşlik.
Kardeşlik; “Birbirinizle ilgiyi kesmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize haset etmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun. Müslümanın kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl değildir.” ilkesi gereği, hangi şart ve ortamda olursa olsun kardeşini yalnızlığa terk etmemektir.
Ve kardeşlik; “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selamını almak, hastalandığında ziyaret etmek, cenazesine katılmak, davet ettiğinde gitmek ve ona her fırsatta dua etmektir” sorumluluğunun bilinciyle hareket edebilmektir.

Kardeşlerim!

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin” ilahi fermanı gereği yıkıcı değil yapıcı olalım. Ayrıştırıcı değil, birleştirici olalım. Fitneyi değil, ıslahı esas alalım. Bizi biz yapan değerlere sımsıkı sarılarak birliğimizi ve dirliğimizi koruyalım.
Ne kadar seviyorum kardeşimi hiçbir karşılık beklemeden! Ve ne kadar kardeşim kardeşime! anlayışıyla kardeşlik duygularımızı pekiştirelim.
Ya Rabbi! Müminler olarak kalplerimizi, gönüllerimizi birbirine kaynaştır. Bizleri birbirlerine karşı sıcak yürekli, birbirlerini gördüğünde gözlerinin içi parlayan samimi kardeşler eyle. Birbirimize karşı merhameti yüreklerimizden hiçbir zaman eksik etme!


Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde başarılar ve kolaylıklar dilerim.
 
27.04.2012
CAMİ VE TOPLUM

Muhterem Müslümanlar!
Camiler, iman çatısı altında, toplumun bütün kesimini kucaklayan, topluma hayat veren, müslümanlar için vazgeçilmez kutsal mekânlardır.
Peygamber Efendimizin Medine’yi teşriflerinden hemen sonra orada bir mescit inşa etmesi, İslâm toplumunda caminin öneminin ve Müslüman bir toplumun mabetsiz olamayacağının açık bir göstergesidir.

Aziz Kardeşlerim!
Cami ve mescit inşa etmek ayet ve hadislerde teşvik edilip, bu kişilere büyük müjdeler va’d edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.”1 Buyrulurken; Peygamberimiz (s.a.) de : "Bir kimse, Yüce Allah'ın rızasını gözeterek bir mescit inşa ederse, Allah da ona cennette bir köşk hazırlar."2 Sözüyle bu müjdeyi ifade etmiştir. Ne var ki bugün için yapılması gereken şey, yeni camiler inşa etmekle birlikte, cemaat olmak suretiyle mevcut camileri ihya etmek olmalıdır.

Değerli Cemaat!
Bununla birlikte camiler sadece cemaatle namaz kılmak için inşa edilmiş binalar değildir. Camilerin gerçek görevi, toplumun bütün bireylerine İslami bir hayat sunmaktır.
Nitekim Asr-ı saadette cami, ibadet yeri olmasının yanında, hem bir ilim müessesesi, hem devlet dairesi, hem de ordu karargâhı gibi çok çeşitli alanlarda toplumun tamamına hizmet veren bir yapı arz ediyordu. Genci-yaşlısı, kadını-erkeği ile toplum, hayatın her yönüyle camiden istifade ediyordu.

Aziz Müminler!
Geçen zaman ile birlikte camilere bakışımızda ve cemaat anlayışımızda iki türlü bozulma olmuştur. Birincisi; camiler, çoğumuz için cumalarda, cenazelerde ve bayramlarda dolup taşan bir mekân haline gelmiştir.
İkincisi; camiler, genellikle emekli ve yaşlılardan oluşan erkek cemaatin birlikte namazlarını kıldıkları ve yalnızlıklarını giderdikleri bir yer halini almıştır. Bu zaman içerisinde maalesef çocuklarımız ve gençlerimiz ile Allah’a kulluk noktasında erkeklerle aynı hak ve sorumluluklara sahip olan kadınlarımız camilerimizden uzak kalmışlardır.

Değerli Müminler!
Hâlbuki Allah’ın Resulü zamanındaki cami cemaatine baktığımızda kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla yaşlısıyla toplumun her kesiminden oluşmuş bir cemaat yapısı görmekteyiz. Efendimiz zamanında kadınlar da hem vakit hem de cuma ve bayram namazlarına katılıyorlardı. Yine kadınların mazeretli oldukları günlerinde bile bayram namazlarında cemaatin gerisinde durarak, tekbirlere ve dualara iştirak ettiklerini görüyoruz.
Hatta Hz.Peygamber kadınların talebi üzerine mescitte onlara sohbet için belirli bir gün tayin etmiş, bugün de halen mevcut olan ve “babü’n-nisâ” adıyla anılan özel bir kapı tahsis etmiştir.
Ayrıca Efendimiz, mescidinde çocukların bulunmalarına izin vererek onlara kendisini dinleme ve örnek alma fırsatı tanıyordu. Onların davranışlarını hoş görüyor, onlara kızmıyor, onları azarlamıyor ve çocuksu hataları sebebiyle onları mescidin dışına çıkarmıyordu.

Değerli Müminler!
Netice olarak bizler de bugün camilerimize Asr-ı Saadet’teki fonksiyonlarını kazandırmalı ve camilerimizi bütün toplumu kucaklayan bir yapıya kavuşturmalıyız. Zira camiler Müslüman toplumun kalbidir. Oralarda hayat varsa toplumda da hayat olacaktır. Oralarda birlik-beraberlik ve düzen varsa toplumda da birlik ve beraberlik olacaktır. Bunun için toplumu oluşturan bireyler olarak yaşlısı ve genciyle, çocuğu ve kadınıyla hep beraber huzuru, sükûnu ve birlikteliği camilerde arayalım. Allah’ın en sevdiği mekânlar olan camileri imanımıza şahit tutalım.

Sohbetimizin Sevgili Peygamberimizin şu hadisi ile bitiriyorum: “Mescitlere devam etmeyi alışkanlık haline getiren bir adamı gördüğünüz zaman, onun gerçek mümin olduğuna şahitlik ediniz”3


----------------------------------------------------------
Tevbe 9/ 18
2 Buhârî, Salât, 65.
3 Tirmizî, Îman 8

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim.
 
İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ
OKUMA TARİHİ: 18.05.2012
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
اللهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي رَجَب وَشَعْبَانَ، وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَ
REGAİB KANDİLİ
Muhterem Müminler
Rahmet ve mağfireti sonsuz olan Rabbimiz, biz kullarına fazilet ve bereketi bol aylar, günler ve geceler tahsis etmiştir. Müslümanlar arasında Üç aylar olarak meşhur olan, Recep, Şaban ve Ramazan ayları bu müstesna zaman dilimlerinden bazılarıdır. Rağbetin arandığı, beraatin istendiği Regaib ve Beraat geceleri, hiçbir faniye nasip olmayıp sadece sevgili Peygamberimize ikram edilen Miraç gecesi sağanak sağanak rahmetin indiği, şeytanların zincirlere vurulduğu Ramazan ayı, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi işte bu aylarda mana âlemimizi nurlandıracaktır
Muhterem Müslümanlar!
Peygamberimizin en büyük mucizesi olan, “kalpleri diriltip hayat veren”[1], “müminler için bir müjde”[2], “şifa ve rahmet kaynağı”[3] Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim üç ayların sonuncusu olan Ramazan-ı şerifte inmeye başlamıştır.
Sevgili Peygamberimiz üç ayları iştiyakla bekler, o günlere eriştiğinde de şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Recep ve Şaban aylarını bize mübarek eyle ve bizi Ramazan ayına ulaştır.”[4] Peygamberimizin duasında ifadesini bulan bu mübarek aylar yaklaşmaktadır.
Önümüzdeki salı günü Recep ayının biri ve perşembeyi cumaya bağlayan gece Regâib kandilidir. Bu vesileyle hepinizin kandilini tebrik ederiz.
Peygamberimiz (s.a.v.) üç aylarda ibadetlerini daha da artırırdı. Efendimizin zevcesi ve müminlerin annesi Hz. Aişe (r.a) bu hususu şöyle nakletmektedir. Ben kendilerine: Ey Allah’ın Resulü, niçin bu kadar çok ibadet ediyorsunuz? dedim. Resul-i Ekrem “Çok şükreden bir kul olmayayım mı? Cevabını verdiler.[5]
Bir ayeti kerimede iyi mü’minler anlatılırken şöyle buyurulur: “Onlar yataklarından uzaklaşır, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayra sarf ederler.”[6]
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde nafile ibadetin önem ve etkisini şöyle anlatır: “Kıyamette kulun ilk hesaba çekileceği ameli namazıdır. Farz namazları tam ise tamam diye yazılır. Noksan ise Allah Teâlâ: “Bakın kulumun nafile namazı var mıdır? buyurur. Varsa farzlarındaki noksanları nafilelerle tamamlar.”[7]
Muhterem Kardeşlerim
Bu faziletli saatleri gün ve geceleri, fırsata çevirmeli, onların büyük bir nimet olduğunu unutmamalıyız. Bu aylar ve geceleri ibadet ve itaat ile ihya etmeli, kılamadığımız namazlar varsa onları kaza etmeli; yoksa nafile namazlar ile değerlendirmeliyiz. Tevbe ve istiğfar etmeli, bol bol salatü selam getirmeli, Kur’an okumalı, âhirete irtihal etmiş olan geçmişlerimizi hayırla yad etmeli, Allah’tan (c.c.) af dilemeliyiz. Rabbimiz bu ayların ve gecelerin mana ve esrarını anlayıp, istifade etmeyi nasip eylesin. Recep ve Şaban’ı bize bereketli kılsın ve bizi Ramazan-ı şerife ulaştırsın!

İstanbul Müftülüğü
Hutbe Komisyonu


[1] Şûra, 42/52.

[2] Nahl, 16/89.

[3] İsra, 17/82.

[4] İbn Hanbel, Müsned, 1/259.

[5] Buhari, Teheccüd, 6.

[6] Secde, 32/16

[7] Nesâî, Salat, 5/9.
 
Son düzenleme:
25/ 05/ 2012


وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء َأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا
VATAN SEVGİSİ VE
İSTANBUL’UN FETHİ


Değerli Mü’minler!
Vatan sevgisi, sevgilerin en güzeli ve en kutsalıdır. Üzerinde yaşamakta olduğumuz bu cennet vatan, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanarak bizlere emanet edilmiştir. Bizler de sorumluluklarımızı yerine getirmek suretiyle vatanımıza olan sevgimizi ve bağlılığımızı göstererek, bu emanete gerektiği şekilde sahip çıkmalıyız.
Vatanını seven onun uğrunda canını ve malını feda etmekten çekinmemelidir. Şair:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Dizeleriyle bunu en güzel şekilde ifade etmiştir.
Aziz Müslümanlar!
Ecdadımız, İslam dinine hizmet etme gayesiyle birçok zafere imza atmıştır. Bu fetihler tarihte önemli dönüm noktalarını oluşturmaktadır. Bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasına yol açan İstanbul’un fethi de bunlardan biridir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’ in: “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir” şeklindeki müjdesi bu fethe farklı bir önem ve anlam kazandırmıştır.
29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’u kültür ve medeniyet merkezine dönüştüren fetih gerçekleşmiştir. İstanbul’un fethiyle sadece topraklar fethedilmemiş; aynı zamanda insanların can, mal, ırz ve namus güvenliği teminat altına alınarak, halka inanç ve ibadet hürriyeti tanınarak ve toplum içinde hak ve adalet gözetilerek insanların gönülleri de fethedilmiştir. Böylelikle de İstanbul’un fethi ebedileştirilmiştir.
Değerli Mü’minler!
Bu vatan, asırlarca toplumda birlik ve beraberliğin tesis edilmesi ve kardeşlik ruhunun canlı tutulmasıyla bu güne kadar gelebilmiştir. Bundan sonra da bu birlik ve beraberlik; devlet-millet kaynaşması ve bayrak, sancak ve vatan sevgisinin yüreklerde hissedilmesiyle sürdürülecektir. Cenab-ı Hak: "Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın. Parçalanıp bölünmeyin, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Bir zamanlar birbirinize düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da, onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz” buyurmaktadır.
Allah-u Teala bir başka ayette ise; "Allah'a ve Peygamberine itaat edin, çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir” buyurarak, birlik ve beraberliğin önemine dikkat çekerek düşmanlığın ve çekişmenin tehlikelerine karşı bizleri uyarmıştır.
Hutbemi bir hadis-i şerif mealiyle bitiriyorum: "İman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla iman etmiş olamazsınız."

Ahmet b. Hambel, Müsned IV, 325
Al-i İmran, 3/103
Enfal, 8/46
Müslim, İman, 93-94


Hayırlı Cumalar RFC Üç aylar Regaip Kandiliniz hayırlı olsun. Mevlam Nice kandillere üç aylara kavuşmayı nasip etsin.

 
İL : İSTANBUL
TARİH : 01.06.2012
KONU : DUA VE ADABI
بسم الله الرحمن الرحيم
اِنَّ الَّذينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرينَ
وسلم و قال النبي صلي الله عليه
الدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ
Değerli mü'minler!

Dua zaman zaman ihlâs ve samimiyetle ihtiyaç ve dileklerimizi yüce rabbimize arz ettiğimiz bir ümit ve huzur kapısıdır. Allah c.c çeşitli ayet-i kerimelerde bizlere kendisine dua etmemizi emretmiş ve bir ayet-i kerimede: “Bana dua edin duanıza cevap vereyim”[1] buyurmuştur. Bir başka ayet-i kerimede de: “ De ki, duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin”[2] beyanı ile dualarımızın kendi katında ne kadar kıymetli olduğunu ifade buyurmuştur. Sevgili peygamberimiz de: “Dua ibadetin özüdür”[3] ifadeleriyle dualarımızın ibadetlerimizdeki yerinin önemine işaret etmiştir.
Sıkıntı ve darlık zamanında duasının kabul olmasını isteyen kişi bolluk ve rahatlık zamanında çokça dua etmeyi ihmal etmemelidir.

Değerli Mü'minler!

Çeşitli kaynaklarda duanın adab ve erkânına dair bazı hususlar zikredilmiştir. Buna göre dua ederken kıbleye dönmek, elleri semaya kaldırmak, Allaha hamd ve sena etmek, peygamberimize salat'ü selam getirmek sonra dilek ve ihtiyacımızı arz etmek tavsiye edilir. Allah Resulünün isteklerini bazen üç defa tekrar ettiği olurdu. Niyaz kapısı her zaman açık olmakla beraber gecenin son kısmında ve namazların peşinden yapılan dualar kabule en yakın dualardır. Secde halinde yapılan dua da kabule layık görülmüştür. Çünkü kulun, Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. Dua ederken sesi yükseltmeden; yakarma edası içinde olunmalıdır. Nitekim Cenab-ı Hak ayet-i kerimde: “Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin”[4] buyurmaktadır.


Değerli kardeşlerim!

Mü'minler birbirlerinden hayır dua isterler. Peygamberimiz s.a.v Hz. Ömer’i umreye uğurlarken “Kardeşim dualarında bizi de unutma”[5] buyurmuştur. Başka bir hadisi şerifte "Bir Müslüman’ın, bir din kardeşine gıyabında yaptığı dua kabul olunur. O dua ederken başında bir melek bulunur ve duasına ‘amin’ der ve ‘Rabbim sana da aynısını versin’ diye ilave eder"[6] buyurmaktadır. Hadis-i şeriflerden beyan olunduğuna göre üç kişinin duasının kabul edilme ihtimali çok büyüktür. Bunların kabulünde asla şüphe yoktur: ebeveynin evladına duası, yolcunun duası, bir de mazlumun duası.[7] Diğer taraftan anne ve babalar hiçbir zaman çocuklarına bedduada bulunmamalıdırlar. Çünkü Peygamberimizin bildirdiğine göre bu beddua duaların kabul anına rastlaması durumunda müstecab olur da sonra üzülürler.

Değerli Mü'minler!

Dualarımızı ümit ve huşu içinde yapalım. En yüce kapıya iltica ettiğimizin idrakinde olalım. O kapıdan başka sığınılacak yer; Yüce Mevladan gayri yalvarılacak makam olmadığını bilelim. Dua kul için en yüce makam Rabbimiz için de en sevimli ibadettir. Bu kapıda ümit ile bekleyen bir gönüle sahip olalım. İbadet aşkıyla Allaha dua edelim. Kabul edileceğine yürekten inanalım. Zira Peygamberimiz s.a.v şöyle buyurmaktadır: Rabbimiz Haya sahibi ve Kerimdir; bir kul elini açıp istediğinde onu boş çevirmekten haya eder.[8] Ne kadar günah yüklü olsak da Allahın af ve mağfiretinin daha engin ve zengin olduğunu unutmayalım. Özellikle içinde bulunduğumuz şu mübarek ayları duasız geçirmeyelim. Allah duaları müstecab olan kullarından eylesin.


[1] Mü’min suresi, 40/60

[2] Furkan Suresi, 25/77

[3] İbni Mace,Dua, 1

[4] ArafSuresi, 7/55

[5] Tirmizi, Deavat, 109

[6] Ebu Davud, Vitr, 29

[7] Tirmizi, Deavat, 128, birr, 7

[8] Ebu Davud, Vitr, 23
 
08.06.2012

ÇOCUKLARIMIZA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ

Kıymetli Müminler!
Gözümüzün aydınlığı , hanelerimizin saadet ve bereketi olan çocuklarımız, bizlere Yüce Rabbimizin en büyük ikramıdır. Nimet ne kadar büyük olursa, sorumluluk da o nispette büyük olmaktadır. Anne babalar bu ağır sorumluluğu üzerlerinde hissetmeli; çocuklarının, dünya hayatında kendileri için birer imtihan vesilesi ve Allah’ın kendilerine bir emaneti olduğunu bilmelidirler.

Aziz Kardeşlerim!
Evlatlarımız bizim için dünyada mutluluk ve gurur kaynağı olabileceği gibi, utanç vesilesi de olabilir. Ayrıca ahirete uzanan yoluculukta sevap kapısı olmaları ümit edilirken, azabımız olabileceği de unutulmamalıdır.

Değerli Müminler!
Dini, milli ve ahlaki, maddi ve manevi bütün değerlerimizi kendilerine bırakacağımız evlatlarımızı, dünya ve ahiret namına karşılaşabileceği bütün yükümlülükleri yerine getirebilecek bir şekilde yarınlara hazırlamak ve yetiştirmek anne-babanın en önde gelen görevidir.
Bu görevlerin başında inanç ve ahlakıyla, düşünce ve yaşantısıyla örnek olabilecek; ruhen ve bedenen sağlıklı, eğitimli, sanat ve meslek sahibi bir nesil yetiştirmek gelmektedir.

Aziz Cemaat!
Anne baba olacak dindar bir eş seçimiyle başlamak üzere, anne rahmine düştüğü andan itibaren çocuklarımızı helal rızıkla besleyip büyütmek, doğduklarında onlara güzel bir isim vermek, sevgi ve şefkatle onları kucaklamak gibi sorululuklarımız vardır. Çocuklarımız arasında kız erkek, büyük küçük ayrımı yapmadan onlara karşı adaletle davranmalıyız. Onlar için iyi birer örnek olmalıyız. Eğitim ve terbiyeleri için her türlü fedakârlığı yaparak onları geleceğe hazırlamalıyız.
Bunun yanı sıra, onları çevre ile ilgili ilişkilerini de yakından takip etmeli; sigara, alkol, uyuşturucu, müstehcen yayınlar gibi dini ve ahlâkî değerlerimize ters düşen; çocuklarımızın madde ve manasını bozacak olan kötü alışkanlık ve zararlı akımlardan onları korumalıyız.
Böylece Yüce Rabbimizin: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz.” emrine uymuş; ayrıca Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in: “Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönetiminiz altında bulunanlardan sorumlusunuz…” uyarısı gereğince de sorumluluktan kurtulmuş oluruz.

Kıymetli Kardeşlerim!
Hutbemi Sevgili Peygamberimizin bir hadisiyle bitirmek istiyorum. Efendimiz buyuruyorlar ki; “Çocuklarınıza güzel davranıp, onlara iyilikte ve ikramda bulununuz. Onları en güzel şekilde terbiye ediniz.”

Hayırlı Cumalar RFC İşlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim.
 
Geri
Üst