Cuma Sohbetleri

09.09.2011
İSLAMDA EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN
ÖNEMİ

İnsanlığa ilk hitabı “OKU” olan İslam dini, ilme ve öğrenmeye hak ettiği değeri vermiş; ilim öğrenmek için, zaman, mekan, makam, cinsiyet ve yaş sınırı tanımamıştır.
Erkek ve kadın herkesin beşikten mezara kadar ilim öğrenmesini emretmiş olan İslam dini, kurtuluş yolundaki ilk çağrısını şu ifadelerle dillendirmiştir: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini ve kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (1)

Yüce dinimiz İslam, hayatın her aşamasında ve her safhasında kişinin kendi durum ve konumuna göre ilimle iç içe olmasını istemiştir.
Rabbimiz de Kur'an-ı Kerim'de: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?.” (2), "…Allah, içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir…”(3) buyurmak suretiyle ilmi ve alimi överken; "Cahillerden yüz çevir."(4) ve "Sakın cahillerden olma.(5) ayetleri gibi pek çok ayet-i celile ile de cehaleti ve bilgisizliği yermiştir.

Dinimizce, ilim öğrenmek ve öğretmek ibadet olarak görülmüş ve Yaratan’a karşı saygı ve kulluğun da, Cennet’e giden yolun da ancak ilimle mümkün olacağı kabul edilmiştir.
Bu konuda Allah (c.c.): “Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar…”(6) buyururken; Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de 'İlim öğrenmek için bir saat oturmam, bana gece sabaha kadar ibadet etmemden daha hoş gelir.(7), "Her şeyin bir yolu vardır, Cennetin yolu ise ilimdir." (8) "Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır."(9), müjdesiyle ilim tahsilinin kişiyi hem Allah’ın rızasına, hem de Cennet’e ulaştıracağını ifade etmiştir.
İnancımızın, milletimizin ve memleketimizin yarınları evlatlarımıza emanettir. Evlatlarımız da dünya hayatında bizim göz aydınlığımız, Rabbimizin bizlere en büyük emaneti; dünyamız ve ahiretimiz adına en büyük sorumluluğumuzdur.
Evlatlarına iyi bir eğitim ve öğretim sağlayabilen milletler ancak yarınlarından emin olabilirler. Evlatlarımızın iyi bir eğitim almaları; dinini bilen, vatanını ve milletini seven, ahlâklı ve dürüst bir birey olarak yetiştirilmeleri, başta evlatlarımızın hakkı olduğu gibi, bizim de hem onlara, hem inancımıza hem de milletimize karşı olan önemli bir vazifemizdir. Evlatlarımıza iyi bir eğitim ve güzel bir terbiye verebilmek, anne-babalar olarak onlara bırakabileceğimiz en kıymetli hediye olacaktır. Zira Sevgili Peygamberimiz bir anne-babanın, çocuğuna verebileceği en güzel hediyenin, onların güzel bir şekilde yetiştirilmesi olduğunu ifade etmiştir. (10)

Yeni bir eğitim ve öğretim yılına girerken çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitim ve öğretim haklarını bir kez daha hatırlayalım. Onların, kendilerine, ailelerine, çevrelerine, milletimize ve insanlığa yararlı birer birey olarak yetiştirilebilmelerinin, iyi bir eğitimle mümkün olabileceğini hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım.
Sohbetimi Sevgili Peygamberimizin, dünyanın ve ahretin güzelliklerine ulaşmanın ancak ilimle mümkün olduğunu ifade eden sözleriyle bitirmek istiyoyorum: “Dünyayı isteyen ilme sarılsın, ahireti isteyen ilme sarılsın, hem dünyayı hem ahireti isteyen yine ilme sarılsın." (11)
_________________________
1 Alak, 1-5
2 Zümer, 9
3 Mücâdele, 11
4 A'raf, 199
5 En'am, 35
6 Fâtır, 328
7 Et-Tergib, 1/102
8 El-Camiu's-Sağir,HadisNo:2318,Feyzu'l-Kadir,5/286
9 Buhârî,Sahîh,İlim,10; Müslim, Sahîh,Zikr,39
10 Tirmizî, Birr, 33
11 Tirmizi, Daavat, 68

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim.
 
16.09.2011

İSLAMDA ŞEHİTLİK VE GAZİLİK

19 Eylül Pazartesi günü gaziler günüdür. Gazi; Gaza eden, din uğruna savaşan, Allah yolunda, Allah rızası için mücadele edip savaşa katılan ve sağ olarak geri dönen kişidir.
Gazi; Yüce Mevlamızın "De ki: Bize iki iyilikten, gazilik ve şehitlikten başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz?"(1) İlahi fermanı ile hayatını yönlendiren kişidir.
Selam olsun bu ilahi emre uyup şehit olanlara…
Selam olsun vatan için toprağa düşmüş isimsiz kahramanlara….
Selam olsun şehitlerimizin bize son yadigârları gazilerimize …..

İslam dini şehitliğe ve gaziliğe çok büyük önem vermiştir. Mü’min için peygamberlik makamından sonra dünya hayatında elde edilebilecek en şerefli, en ulvi makam şehitlik ve gazilik’tir. Allah yolunda ve vatan uğrunda savaşarak ruhunu teslim edenler şehit, sağ kalanlar gazidir. Gazi de şehit olmak ve bu mertebeye yükselmek için savaştığından dolayı, o da şehitler derecesindedir. Hatta Peygamberimiz; ''Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı can-u gönülden isterse, yatağında ölse dahi Allah onu şehitler derecesine ulaştırır. "(2)buyurmuştur.
Yüce Mevlamız da Kur’an-ı Kerim’de: “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O halde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. Asıl bu büyük başarı budur. ”(3) buyurmaktadır.


İşte binlerce sahabe ve onların izinden giden ecdadımızdaki, mukaddesatı koruma ve İslam’ı yaymadaki bu ruh, ecdadımızın yükselmesinde nasıl etkin bir rol oynadı ise; devletimizin bekası, milletimizin geleceği ancak bu ruh ile mümkün olacaktır. Bunun için geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza Bedir’den Çanakkale’ye, Sakarya’dan Dumlupınar’a kadar bu ruhu taşıyan kahramanların, yan yana, omuz omuza, birlik, beraberlik ve kardeşlik duyguları ile düşmana karşı koymalarını, kanlarını ve canlarını din ve vatan uğrunda seve seve feda etmelerinin ardındaki ruhu iyi anlatmalı, onları bu ruh ile yetiştirmeli, aziz vatanımızın kıymetini onlara öğretmeliyiz. Çünkü milletin ve vatanın bekası şehitlik ve gazilik bilincinin diri tutulmasıyla mümkün olacaktır.

Dinimiz ve vatanımız uğrunda şehitlik ve gazilik mertebesine ulaşanları rahmetle ve minnetle yâd ederken; şehitlerimiz ve merhum gazilerimizin ruhlarını huzurlu kılmanın yolunun, canları ve kanları pahasına korudukları dine, vatana, birlik ve beraberliğe sahip çıkarak, savaş arkadaşları olan gazilerimize hak ettikleri değeri vererek, onları her yerde ve her zaman onurlandırmaktan geçtiğini bilmeliyiz.
Sohbetimi Gaziler Gününde konuşma yapan bir gazimizin dilinden dökülen şu sözlerle bitirmek istiyorum.
“Yarenler! Ben Allah yolunda ve vatan uğrunda çarpıştım. Şehit olmaktı hayalim, gazilik rütbesine ulaştım. Bundan dolayı törenlerde sert ve uygun adımlarla yürüyemediğim için ne olur beni ayıplamayın. Bu beden, top ve tank sesleri, uçak gürültüleri, kurşun vızıltıları ile harmanlanmış cehennem arenasında sınavdan geçmiştir. Bu hengâme de bazı organlarımı vatan için feda ettim. İşte o nedenle yalpalıyorum. Eğer görüntü olarak sizlere rahatsızlık veriyorsam özür diliyorum.”

________________________
1- et-Tevbe, 9/52
2- Ahmet b. Hanbel C.4/336
3- et-tevbe 9/111
Hayırlı Cumalar RFC İşlerinizde Kolaylıklar ve Başarılar dilerim.
 
23.09.2011

RÜŞVET NE BÜYÜK AFETTİR

Bütün emir ve yasaklarıyla fert ve toplum yararını gözetmiş olan İslam dini; insanların dünya ve ahiret mutluluğuna zarar veren, insanların vicdanlarını rencide eden, toplumda huzursuzluğa sebep olan her türlü söz, fiil ve davranışı ise yasaklamıştır.
Bu maksatla, kamu mallarını zimmete geçirmek, hırsızlık, gasp, dolandırıcılık vb. gayri meşru kazanç yolları yasakladığı gibi; fert ve toplum hayatı için son derece zararlı olan rüşvet alıp-vermek de İslam dini tarafından kesin olarak yasaklanmıştır.

Rüşvet, bir görevlinin görevini kötüye kullanarak, yapmaması gereken bir işi yapması veya yapması gerekli olan bir işi de yapmaması karşılığında, kendisine para, mal veya herhangi bir menfaat temin etmesidir. Açıkça rüşvet; din, ahlak ve hukuk kurallarına tamamen aykırı olan haksız kazanç yollarından biridir.

Bu konuda Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (ve idarecilere rüşvet olarak) vermeyin.” (1)

Yüce dinimiz rüşvet alıp- vermeyi yasakladığı gibi aracılık etmeyi de aynı şekilde yasaklamıştır. Zira Allah Rasülü (s.a.v.) hadislerinde, “ Rüşveti alan da veren de Cehennem’dedir.” (2), “Allah rüşveti verene, alana ve rüşvete aracılık edene lanet etmiştir” (3) buyurarak, rüşvetle iş gören herkesin kötü bir sonla karşılaşacağını ifade etmiştir.

Rüşvet, haksızın haklı, suçlunun suçsuz gösterilmesine, ehil olmayanın işin başına geçirilmesine, zayıfın hakkının yenmesine, güçlünün haksız kazanç temin etmesine sebep olmaktadır.
Böylece rüşvet, toplumu temelinden sarsan ve toplumu içten içe kemiren sosyal bir hastalık haline gelir. Rüşvetin yaygınlaştığı toplumlarda halkın birbirine, devlete ve kurumlara karşı sahip olduğu güven duygusu zedelenir. İnsanlar yapılan işlerden ve verilen kararlardan şüphe eder hale gelir, yapılan her işin ve verilen her kararın arkasında rüşvet var zannederler.

Ayrıca rüşvetle iş görmek, bu işi yapan insanların ruhi ve ahlaki bozukluğunun ve dini duygularının zayıf olduğunun bir göstergesidir. Çünkü bu şekilde iş gören kişi çıkar ve menfaat düşkünü, mala karşı hırs ve doyumsuzluk gösteren, dince de hoş görülmeyen bir kişiliğe sahiptir.
Mahlûkatın en şereflisi olan ve Allah’ın en mükemmel şekilde yarattığı insanoğlu, rüşvet almak-vermek ve rüşvete aracılık etmekle insanlığından kaybetmekte, küçücük bir dünya menfaati adına ahiretini yıkmaktadır.

Sonuç olarak rüşvet, toplumdaki birlik ve kardeşlik duygularını kökünden sarsan, güven duygusunu zedeleyen ve toplumları felakete sürükleyen çirkin bir davranıştır.
Allah’a ve ahiret gününe inanan, her an Allah’ın gözetiminde olduğunun ve bir gün mutlaka hesap vereceğinin bilincinde olan bir müminin bu tür kötü tutum ve davranışlardan uzak durması gerekir.
Sohbetimi Peygamber Efendimizin şu uyarıcı hadisi ile son veriyorum: “Allah’a yemin olsun ki, sizden biriniz (başkasından) haksız yere bir şey alırsa kıyamet günü onu boynunda taşıyarak Allah’ın huzuruna gelecektir.” 4

____________________________
1. Bakara Suresi, 188
2. Ebu Davud, Akdiye 4
3. Tirmizi, Ahkâm 9
4. Buhârî, Zekat 3, Müslim, İmâre 26

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim.
 
30.09.2011

CAMİ VE CEMAATİN ÖNEMİ

Camiler yeryüzünde Müslümanların bir araya geldikleri, görüşüp buluştukları, omuz omuza, gönül gönüle kaynaştıkları mukaddes mekânlardır.
Camiler, İslam’ın öğretilip yaşatıldığı; ibadet etme, Allah’ı anma, birlik ve beraberlik, huzur ve sükûnun sergilendiği, insanlara helal ve haramın, güzel ahlakın, doğruluk ve dürüstlüğün öğretildiği, sevgi, saygı ve kardeşlik ruhunun işlendiği Beytullah’ın birer şubeleridir. Camilerde öğretilen ilahi hikmet, gönüllere fısıldanan manevi duygular; bizlere hırs, kin, haset, gıybet, iftira, kanaatsizlik, israf, vb. gibi hastalıklardan uzak kalmayı öğretmekte, ruhi bunalımlarımıza şifa olmaktadır.

Camilerin dini ve sosyal hayatımızda pek çok fonksiyonu vardır. Bunlardan en önemlisi de birlik ve beraberliğin göstergesi olan cemaattir. Yüce Dinimiz İslam, insanların bir araya gelerek namaz kılmalarına, ibadet etmelerine, Allah’a kulluk yapmalarına çokça değer vermektedir.
Sevgili Peygamberimiz, mü'minleri daima cemaat olmaya teşvik etmiş, hatta mazeretsiz olarak cemaate gelmeyenleri kınamıştır.

Cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan daha faziletli olduğunu ifade etmiş, evinde abdest alarak Allah'ın farz kıldığı namazlardan birini eda etmek için mescide giden kimsenin attığı her adımın günahlarının silinmesine ve derecesinin yükselmesine vesile olacağını belirtmiştir.(1)

Camilerimiz, günde beş defa okunan ezanlarıyla tüm insanlığı tevhide, namaza, kurtuluşa, huzur ve mutluluğa, gafletten uyanmaya ve manen dirilişe çağırmaktadır. Nitekim bir ayet-i Kerime’de Yüce Mevlamız, “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resulü’nün çağrısına uyun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, onun huzurunda toplanacaksınız.”(2) buyurmaktadır. Şüphesiz insanlara hayat verecek, onları diri tutacak, onların gönüllerini manevi ölümden kurtaracak olan, Allah ve Resulü’nün emir ve yasaklarına bağlılıktır. Namaz ibadeti de bunların başında gelmektedir. Özellikle cemaatle kılındığı takdirde bu amaca daha kolay ulaşılır. Camilere cemaat olmak, Yüce Yaratan’a misafir olmaktır. Öyle ise; Rabbimizin davetine hep beraber icabet edelim.
Sohbetimizi bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulunanlardan olmaları umulur.”(3)
______________________________________

1-Müslim, Mesacid, 51,
2-Enfal, 8/ 24
3-Tevbe, 9/18

Hayırlı Cumalar RFC

 

07.10.2011

CAMİ VE CEMAATİN ÖNEMİ

Camiler yeryüzünde Müslümanların bir araya geldikleri, görüşüp buluştukları, omuz omuza, gönül gönüle kaynaştıkları mukaddes mekânlardır.
Camiler, Allah’ın isminin anıldığı, kendisine ibadet edildiği, İslam’ın öğretilip yaşatıldığı; birlik ve beraberliğin sağlandığı, huzur ve sükûnun sergilendiği manevi birer ortamdır. Camiler insanlara helal ve haramın, güzel ahlakın, doğruluk ve dürüstlüğün öğretildiği, sevgi, saygı ve kardeşlik ruhunun işlendiği Beytullah’ın birer şubeleridir. Camilerde öğretilen ilahi hikmet, gönüllere fısıldanan manevi duygular; bizlere hırs, kin, haset, gıybet, iftira, kanaatsizlik, israf, vb. gibi hastalıklardan uzak kalmayı öğretmekte, ruhi bunalımlarımıza şifa olmaktadır.

Camilerin dini ve sosyal hayatımızda pek çok fonksiyonu vardır. Bunlardan en önemlisi de birlik ve beraberliğin göstergesi olan cemaattir. Yüce Dinimiz İslam, insanların bir araya gelerek namaz kılmalarına, ibadet etmelerine, Allah’a kulluk yapmalarına çokça değer vermektedir.
Sevgili Peygamberimiz, mü'minleri daima cemaat olmaya teşvik etmiş, hatta mazeretsiz olarak cemaate gelmeyenleri kınamıştır.
Ayrıca cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan daha faziletli olduğunu ifade etmiş, evinde abdest alarak Allah'ın farz kıldığı namazlardan birini eda etmek için mescide giden kimsenin attığı her adımın günahlarının silinmesine ve derecesinin yükselmesine vesile olacağını belirtmiştir.(1)

Camilerimiz, günde beş defa okunan ezanlarıyla tüm insanlığı tevhide, namaza, kurtuluşa, huzur ve mutluluğa, gafletten uyanmaya ve manen dirilişe çağırmaktadır. Nitekim bir Ayet-i Kerime’de Yüce Mevlamız, “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resulü’nün çağrısına uyun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, onun huzurunda toplanacaksınız.”(2) buyurmaktadır.

Şüphesiz insanlara hayat verecek, onları diri tutacak, onların gönüllerini manevi ölümden kurtaracak olan, Allah ve Resulü’nün emir ve yasaklarına bağlılıktır. Namaz ibadeti de bunların başında gelmektedir. Özellikle cemaatle kılındığı takdirde bu amaca daha kolay ulaşılacaktır. Camilere cemaat olmak, Yüce Yaratan’a misafir olmak demektir. Öyle ise; Rabbimizin davetine hep beraber icabet edelim.

Sohbetimizi bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulunanlardan olmaları umulur.”(3)

_________________________________

1-Müslim, Mesacid, 51,
2- Enfal, 8/ 24
3- Tevbe, 9/18

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim.
 
14.10.2011

İSLAM’DA AİLENİN ÖNEMİ

Kâinattaki her şey, yaratılmışların en değerlisi olan insanoğlunun huzur ve mutluluğu için var edilmiştir. Hem bireyin, hem de, bireyin içinde yaşadığı toplumun huzur ve mutluluğu da ancak aile hayatı ile mümkündür.
Aile her çağda ve bütün toplumlarda varlığını devam ettirmiş olan insanlığın en temel ve en eski kurumudur. Zira insanoğlunun dünya hayatı ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem (a.s.)’ın eşiyle birlikte kurduğu aile yuvasıyla başlamıştır. Yüce kitabımız da, bütün insanlığın, aile kurumu sayesinde gelişip, çoğaldığını bildir¬mektedir.
Aile, nikâh bağı ile birbirine bağlı olan, karşılıklı hak ve sorumluluklara sahip bulunan bireylerin oluşturduğu toplumun en küçük ve temel birimidir.

Toplumun çekirdeğini oluşturan aile aynı zamanda her türlü değer ve faziletin de kaynağıdır. Ailenin toplum için ve insanlık için taşıdığı değerden bir kaçını şöylece ifade edebiliriz:
Aile kurmanın birinci gayesi ve hikmeti, çocuk yetiştirmek; böylece neslin devamını sağlamaktır. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber; "Nikâh benim sünnetimdir. Benim sünnetimden yüz çeviren benden yüz çevirmiş olur" buyurmuştur. Çocukların dünyaya gelmeleri, bakıp-büyütülmeleri, ruh ve beden sağlığı içerisinde eğitilip-yetiştirilebilmeleri ancak aile ocağında mümkündür. Ailenin gelecek neslin yetiştirilmesi noktasında üstlendiği bu görev aynı zamanda toplumun ahlak ve hukuk düzenine de büyük bir hizmettir. Nitekim Hz. Peygam¬ber, "Hiçbir baba, çocuğuna iyi ve faydalı eğitimden daha değerli bir miras bırakamaz" buyurmaktadır.
Toplumun dinî, millî ve ahlakî değerlerini ifade eden bu "değerli miras"ı, gelecek nesle aktaracak olan ailedir. Aile yuvasından yoksun bırakılan çocukların eğitim-öğretimin; hatta ahlâk ve ruh sağlığı açısından ciddi problemlerle karşılaşacağı muhakkaktır. Bugün dünya ve özellikle de Batı, nesli ihmalin acı tecrübesini yaşamaktadır.
Nihayet aile yuvası, bireylerin huzur ve mutluluk içerisinde yaşadıkları, iffet ve namusunu korudukları bir ahlâk kurumudur. Evlilik ve aile toplumun ahlâk sigortasıdır. Onun için Hz. Peygamber evlenmeyi teşvik etmiş, evlenip aile kurmanın kolaylaştırılmasını istemiştir.

Toplumun düzeni ve insanlığın devamı için hayatî öneme sahip olan aile müessesenin temeli, eşler arasında karşılıklı sevgi, saygı ve merhamete bağlıdır. Bu hususta Yüce Kitabımızda: “İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun (varlığının) delillerindendir.” buyrulmakta ve eşlerimizle iyi geçinmemiz emredilmektedir .
Aile hayatımızda da en güzel örneğimiz tabiî ki peygamberimizdir. Bakınız, Efendimiz (a.s.)’ın aile hayatı hakkında Hz. Aişe (r.a.nha.) annemiz ne diyor: "Hz. Peygamber, evine girdiği zaman herhangi bir fevkaladelik ve ayrıcalık göstermeden, insanlardan her hangi biri gibi tevazu ile davranırdı. Kendi elbisesinin söküğü ile meşgul olur, koyunları eli ile sağar, eşlerine ev işlerinde de yardımcı olurdu… " :
Sevgili Peygamberimiz ayrıca pek çok hadisinde ailemize karşı nasıl bir tutum ve davranış içerisinde olmamız gerektiğini de ifade etmiştir. Şöyle ki; ''Mü'minlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlaken en güzel olanlarıdır, en hayırlılarınız da eşlerine karşı hayırlı olanlarınızdır.' "… Bana gelince, ben aileme karşı en hayırlı olanınızım." buyurmuştur.

Aileyi oluşturan bireylerin birbirleri üzerinde hakları olduğu gibi birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken sorumlulukları da vardır.
Bu konuda ailede en fazla sorumluluk sahibi kişi erkektir. Erkek, ailesinin geçiminden, eğitim ve terbiyesinden ve ayrıca dini yaşantısından sorumludur. Ayet-i Kerime’de “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” buyrularak erkeğin bu husustaki sorumluluğuna dikkat çekilmiştir. Peygamberimiz de; “ Hepiniz sorumluluk sahibi kimselersiniz…” buyurmak suretiyle bu sorumluluğumuzu bizlere hatırlatmaktadır.

Öyle ise bizler de huzur ve mutluluk yuvamız olan ailemizin kıymetini bilelim ve onlara karşı sorumluluklarımızın farkında olalım. Başta eşimiz olmak üzere aile bireylerimize karşı sevgi, saygı ve merhametle muamelede bulunalım.

Hucurât 13.
İbn Mâce, Nikâh, 1.
İbn Hanbel, Müsned, III, 412; Tirmizî, “Birr”, 33.
Buhârî, Savm, 10.
Rum 21
Nisa 19
Tirmîzi, Şemail, İst. 1300 H. s. 57.
Tirmizî, Radâ` 11
İbn-i Mace, Nikah, 50
Tahrim 6
Buhari, Sahih, Cum’a, 11/11.(I. 215.)

Hayırlı Cumalar RFC İşlerinizde Başarılar Dilerim.

 
21.10.2011

AZÎZ ŞEHİTLERİMİZE…
Bir cenaze gördüğü zaman “Sen git, biz de geliyoruz…” derdi Ebu’d-Derda’ hazretleri…

Kardeşlerim!
Cenazelerimiz, bizim istikbalimizdir. Bugün biz onları uğurlarız; yarın da başka kardeşlerimiz ilahî rahmetin kucağına tevdi ederler bizi. Uğurladıklarımız arasında öyleleri var ki, biz onlara ölü demeyiz. Çünkü onlar şehitlerimizdir. Biz onlara ölü demesek de, diyemesek de, acılarını kalbimizin ta derinliklerinde yaşarız. Onlar bizim babamızdır, kardeşimizdir, eşimizdir, evladımızdır. Onlar bu ülkenin doğusundan, batısından, köyünden veya kentindendir. Kim olurlarsa olsunlar, nereli olurlarsa olsunlar, onların her biri, hepimizin şehididirler. Bu toprakların üzerine bir damla şehit kanı düştü mü, acısı bütün vatanı sarar, ıstırap bütün milletin yüreğini sızlatır.

Kardeşlerim!
Biz her bir şehidimizin acısını ayrı ayrı duyarız. Her şehid haberiyle yüreğimizden bir parçanın daha koptuğunu hissederiz. Biliriz ki; “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” inancı acımızı hafifleten teselli kaynağımızdır. Bu yüzden feryat etmeyiz, bağırıp çağırmayız, taşkınlık yapmayız, alkışlarla, tezahüratlarla cenazelerimizi gösteriye çevirmeyiz. Acımız ve öfkemiz, bizi vakarımızdan, ağırbaşlılığımızdan uzaklaştırmaz. Öteden beri biz, şehitlerimizi, bir büyük milletin uğurlayışıyla uğurlarız: Tıpkı Rasulullah (s.a.s.)’ın ve onun sahâbilerinin yaptığı gibi. Onlar nice şehitlerini toprağın bağrına verdiler de mü'mine yakışan vakar ve olgunluktan asla taviz vermediler.



Kardeşlerim!
Bizler şehitlerimize dua ederken, onlardan da müjde alırız. Zira onlar, Allah’ın kendilerine vaat ettiği müjdeye kavuşmuş, bunu bizzat görmüş, ebedî saadetin nimetlerini bilfiil tatmaya başlamışlardır. Çünkü onlar “Allah yolunda öldürülenleri ölü sayma. Onlar hayattalar ve Rablerinin katında rızıklanıyorlar. Allah’ın kereminden onlara bağışladığı nimetlerin mutluluğu içinde, arkalarında olup da henüz kendilerine katılmamış kardeşlerine, onlar için hiçbir korku olmayacağını ve hiçbir şey için üzülmeyeceklerini müjdeliyorlar…”1 İlâhi kelamının muhatabı ve “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır…”2 beşâretinin güzide temsilcileridir.

Rahmet Peygamberi ise; “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi ne kadar çok isterdim.”3 buyurarak şehitliğin yüceliğine işaret etmiştir.

Kardeşlerim!
Son günlerde güvenlik güçlerimizi hedef alan menfur saldırılar neticesinde şehit olan evlatlarımıza Cenab-ı Hak’tan sonsuz rahmet, yaralılara acil şifalar, kederli ailelerine, yakınlarına, sevenlerine ve Aziz Milletimize başsağlığı, sabır ve metanetler diliyorum.

Bu menfur saldırılar, Aziz Milletimizin ‘daha çok kardeş olma’ ve beraber yaşama azim ve kararlılığını ziyadesiyle arttıracaktır. Milletimizin birlik, beraberlik, huzur ve kardeşliğini bozmayı hedefleyen bu saldırıları gerçekleştirenler sahip olduğumuz kardeşlik ruhu ve iradesi karşısında emellerine asla ulaşamayacaklar ve hüsrana uğrayacaklardır. Gün, bu büyük acımızı yüreğimizin derinliklerinde hissederek, kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi tüm dünyaya gösterme, sabır ve metanet ile Aziz Şehitlerimize dua etme günüdür.

Bu vesileyle evlatlarını bu ülke için feda eden ailelerimizin acısını yürekten paylaşıyor, şehit evlatlarımıza bir kez daha Yüce Allah’tan rahmet diliyorum.

1- Âl-i İmran, 169-171
2- Tevbe, 111
3- Buhârî, Cihad, 7/2835

Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde kolaylıklar başarılar dilerim .

 
28.10.2011

MÜMİNLER TEK BİR VÜCUT GİBİDİR


Millet olarak geçtiğimiz Pazar günü Van ve Erciş’te meydana gelen depremin üzüntüsünü yüreklerimizin derinliklerinde hissetmekteyiz. Öncelikle, depremde canlarını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Yaralı olanlara acil şifa; yakınlarına, meşakkate ve sıkıntıya karşı güçlü, dirençli ve sabırlı olmalarını Yüce Mevlâ’dan niyaz ediyorum. Yüce Rabbimiz böyle musibetlerden milletimizi ve tüm insanlığı muhafaza eylesin!


Hangi sebeplerle olursa olsun, tabiî afetlere karşı maddî ve manevî bütün tedbirleri almak gerektiği her türlü izahtan vârestedir. Ancak, meydana geldikten sonra onları doğru okumak, doğru anlamak ve doğru yorumlamak da en az birincisi kadar önemli, imanî ve insanî bir görevdir. Var oluşun nihaî anlamını idrak eden, hayatın bir imtihan olduğuna inanan, ölümün yokluk ve hiçlik anlamına gelmediğini bilen müminler için depremleri ve her türlü musibeti anlamak ve yorumlamak zor olmasa gerektir.
Kur’an’ın ‘zelzele’ dediği bu hadiseyi, sadece fay hatlarıyla okumak, sadece bir doğa kanunu deyip geçiştirmek, tesadüflerle izah etmek asla doğru değildir.
Yüce Dinimizin öğretilerine göre bu tür musibetleri değerlendirirken dikkat edilmesi gereken iki husus vardır:
Birincisi, bu tür musibetleri insanoğlunun sorumluluğunu ortadan kaldıracak şekilde yorumlayamayız. Dolayısıyla yaşadığımız bu hadiseden ibret alarak binalarımızı sağlam yapmalıyız. Peygamber Efendimiz (sav)’in ifadesiyle yaptığımız her işi ‘en güzel ve en sağlam’ bir şekilde yapmalı sonra Allah’a tevekkül etmeliyiz.
İkincisi, bu tür hadiseleri Rabbimizin kudretini yok sayarak yorumlayamayız. Zira insanın sorumsuzluklarından neş’et eden musibetleri, sorumluluklarını ortadan kaldıracak şekilde yorumlamak ne kadar yanlışsa, tabiî musibetleri de yaratıcı kudreti yok sayarak yorumlamak o derece büyük bir hatadır.

Eğer musibetlerin denenmek, sınanmak ve imtihan edilmek gibi bir anlamı varsa bilinsin ki, şu andan itibaren bu imtihan, Van ve Erciş depreminde canlarını ve mallarını kaybeden kardeşlerimiz için değil; henüz yeryüzü zemini üzerinde dolaşabilen bizler içindir. Dolayısıyla bizlere düşen üç görev bulunmaktadır:
Birincisi, sabretmektir. Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz bizleri, açlıkla, korku ile mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmek suretiyle imtihan edeceğini bildiriyor ve bu imtihanlara karşı sabırlı olanların müjdelenmesini emrediyor.1
Sevgili Peygamberimiz (sas) de “Sabır ancak (musibetin) ilk vurduğu andadır.”2 sözleriyle, yaşanılan musibetlerin ilk anında gösterilmesi gereken sabrın önemine dikkat çekiyor.
İkincisi, dua etmektir. Rabbimizi yanımızda hissedercesine O’na yalvarmak, yakarmak. Zira dua, müminin en büyük serveti, en büyük hazinesidir.
Üçüncüsü, milletçe dayanışmadır. Herhangi bir yerde bir kardeşimizin başına bir musibet geldiği zaman Resûl-i Ekrem’in; “Bütün mü’minler tek bir vücut gibidir.” fermanı gereğince milletçe o musibetin acısını kalbimizin ta derinliklerinde hissetmek gerekir.

Sadece ülkemizde değil dünyanın neresinde bir gözyaşı, bir sıkıntı, bir musibet olsa milletimizin birlik, beraberlik, yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularının harekete geçmesi her türlü takdirin üzerindedir. Nitekim deprem meydana geldiği andan itibaren doğusuyla-batısıyla, kuzeyiyle-güneyiyle topyekûn bütün milletimizin aynı hüznü paylaşması, aynı acıyı hissetmesi gönül dünyamızın fay hatlarının ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha göstermiştir. Unutulmasın ki, en büyük deprem, en büyük sarsıntı insanların inanç dünyalarında, kalplerimizin ve yüreklerimizin fay hatlarında meydana gelen, dünyamızı da ahiretimizi de yok edecek sarsıntılardır. Mühim olan yeryüzündeki sarsıntılar sebebiyle Allah’a olan imanımızda ve gönül fay hatlarımızda bir sarsıntı meydana gelmemesidir. Yüce Rabbimiz aziz milletimizin kalbinden ve yüreğinden bu birlik, beraberlik, kardeşlik ve dayanışma ruhunu hiçbir zaman eksik etmesin.

Bu vesileyle pek çok yardım kampanyasının başlamış olmasından büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak, bu kampanyalara bir nebze olsun destek olabilmek amacıyla bugün Cuma namazının akabinde sevgi, muhabbet ve kardeşlik yüklü yardımlarınıza aracılık etmek istiyoruz. Cenâb-ı Hak şimdiden yapacağınız tüm yardımları dergâhında kabul eylesin.
Sohbetime son verirken, yarın 88. yılını idrak edeceğimiz Cumhuriyet Bayramınızı tebrik ediyor, bu vesileyle bütün şehitlerimizi rahmetle yâd ediyor, Yüce Mevlâ’dan birlik ve dirliğimizi daim eylemesini niyaz ediyorum.
---------------------
1Bakara, 2/155-156.
2Buhari, Cenaiz, 32

Hayırlı Cumalar RFC Cumanız makbul ve kabul olsun
 
04.11.2011

KURBAN İBADETİ

Kurban, Allah’u Tealâ’nın ihsan buyurduğu varlığın şükran borcu olarak yapılan mâli fedakârlıkla ilgili bir ibadettir. Allah’a yaklaşmak ve onun rızasını kazanmak için niyet edilerek belli günlerde kesilen veya vekalet yolu ile kestirilen belli niteliklerdeki hayvanlara verilen addır.

Kurban kesme ibadeti insanlığın tarihi kadar eskidir. Peygamberimiz (sav) Kurbanın Hz. İbrahim’in adeti olduğunu belirterek “Kurban kesiniz!.. Zira kurban, babanız Hz. İbrahim (as)'ın sünnetidir” [1] buyurmuşlardır. Mali bir ibadet olan kurban ibadetinde, hali vakti yerinde olan Müslümanlar; koyun, keçi, sığır ve deve cinslerinden birini kurban ederek Allah’ın emrini yerine getirmiş olacak ve Müslümanlar arasında da sosyal dayanışmanın örneğini insanlara sunmuş olacaklardır.

Ayet-i Kerime’de yüce Allah (cc) “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu halde yalnız ona teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” [2] buyurmaktadır. Görülüyor ki, bu ibadeti yerine getirirken çok dikkatli olunmalıdır. Hayvanlardan kurban edileceklerin kusursuz olmasına ve keserken de “Bismaillâhi Allah-u Ekber” diyerek kesime başlanılmasına dikkat edilmelidir. Ortaklaşa kesilecek kurbanın ortaklarının hepsinin hemfikir olması lazımdır ve kesecek olan şahsa kesim için vekâlet vermelidirler. Kurban kesilirken kurban sahipleri yanında bulunarak, Allah’ı anıp af istemeleri, sıhhat istemeleri, dua etmeleri, kesimden sonra da iki rekât namaz kılmaları çok uygundur. Kurban etini üçe ayırıp birini aileye, diğerini konu komşuya kalanını da fakirlere dağıtmak ise müstehap'tır.

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde: “Kurban bayramında Allah rızası için kan akıtmak kadar Allah indinde sevimli bir ibadet yoktur. Kıyamet gününde kesilen kurbanların kanı, boynuzu, tüyleri, kemikleri terazide tartılır ve kurban sahibine kurtuluş hediyesi olarak verilir.” “Sahabe-i Kiram Ya Resülâllah: Kesilen kurbanlardan bize ne var diye sorduklarında Peygamberimiz (sav), her bir kıl için bir hasene ve her akan kan için bağış vardır” [3] buyurmaktadırlar.

Yine bir hadis-i şerifte “Kesilen kurbanın her kan damlası günahların mağfiretine vesile olur” [4] buyurmaktadırlar. Tabii ki müslüman, imkânı elverdiğince bu fırsatı kaçırmamalıdır.

Bu duygularla önümüzdeki Pazar günü idrak edeceğimiz mübarek Kurban Bayramını tüm insanlığın huzur ve sukün içerisinde geçirmesini, bu günlerin İslâm aleminin de birlik ve beraberliğine vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim.



[1] Kütüb-i Sitte Terc.17/940
[2] Hac 34
[3] Kütüb-i Sitte Terc. 17/409
[4] Et-Terğîb Ve´t-Terhîb C.2 S.154

Hayırlı Cumalar,Hayırlı Bayramlarınız olsun RFC'nin sevgili müdavimleri

 
11.11.2011

Abdest

Sözlükte, temizlik ve güzellik anlamına gelen abdest, dini bir terim olarak, belirli organları yıkamak ve mesh etmek suretiyle yapılan temizliği ifade etmektedir.

Yaptığımız ibadetlerde belli bir adab ve erkan vardır. İşte abdest de bu adaptan ve erkandan biridir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın…”(1)
İbadetlere manen hazırlamaya vesile olan ve onlardan azami istifadeyi sağlayan abdest, namaz kılmak ve ibadet etmek için ilk hazırlıktır. Abdest, başta namaz olmak üzere bazı ibadetler için farz kılınmıştır. Zira namaz kılmak, tilavet secdesi yapmak ve Kur’an-ı Kerim'i elle tutmak için abdestli olmak farzdır. Ayrıca Resul-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) her zaman abdestli olmaya özen gösterdiği ve abdest almadan hiçbir iş yapmadığı bilinmektedir; bu itibarla da Müslüman’ın sürekli abdestli bulunması sünnettir.

Abdestin birçok faydaları vardır. Bir kere abdest almak hiç de küçümsenemeyecek bir temizliktir. Namaz kılmadan önce yıkadığımız yüzlerimiz, ellerimiz, ayaklarımız en çok kirlenen yerlerimizdir.
Bilhassa ellerimizin kirlenmesiyle, vücudumuzun birçok yerine mikroplar ulaşarak bazı bulaşıcı hastalıklara yakalanabiliriz. İşte, abdest almak çokça kirlenen organlarımızı temizleyerek, vücudumuza mikropların ulaşmasına engel olur. Diğer taraftan abdest almakla, vücudumuz suyla temas eder, yorulan uzuvlarımız canlanır, bozulan sinirlerimiz düzelir. Böylece hem ibadetimizi yapmış, hem de sağlıklı ve zinde oluruz.

Abdest, ayrıca manevi kirleri yıkar, küçük günahları da temizler. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Bir Kimse güzelce abdest alırsa, tırnaklarının altına kadar vücudundan günahları dökülür.”(2)
Sohbetimi konumuzla ilgili başka bir hadis ile bitirmek istiyorum.
“ Şüphesiz ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağrılacaktır. Yüzünün nurunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın.”(3)
_________________________
1-Maide, 5/6
2-Müslim, Tahare,11
3-Buhari, Vudu,3


Hayırlı Cumalar RFC, İşlerinizde kolaklıklar, başarılar dilerim.
 
Geri
Üst