Cuma Sohbetleri

Bu Millet bir daha o günleri yaşamak zorunda kalmaz inşallah,
hayırlı Cuma'lar...
 
25.03.2011

İSLAMDA İLMİN VE OKUMANIN ÖNEMİ

Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz'e ilmi kendisine artırması için "De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır."(1) şeklinde dua etmesini emretmiştir. Çünkü ilim bitip tükenmeyen bir hazinedir. Sadece sahibine değil başka insanlara ve hatta bütün canlılara da fayda verir. Hak ile batılı ayırmanın en önemli vasıtası ilimdir. İlmin artması insana bir yük değil, tam aksine onu yücelten bir fazilettir. İnsanın ilmi ve bilgisi arttıkça tevazuu da artar; kişi birtakım kuruntulardan kurtulur; gerçeği anlar ve iyi bir insan olmaya elinden geldiğince özen gösterir. İlmin zıddı olan cehâlet ve bilgisizlik ise şiddetle kınanır.

İslâm dini, ilim öğrenmeyi, bilgi sahibi olmayı ve cehâleti ortadan kaldırmayı hedefler. Kur'ân-ı Kerîm'in "oku" emri ile başlaması "Allah'tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar derin saygı duyarlar."(2) buyurarak ilme vurgu yapılması ve pek çok âyet ile onlarca hadiste ilmin teşvik edilmesi özellikle ilk asırlarda âdeta bir ilim ordusunun ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Kur’an ve hadis ışığında biz müslümanların ilim aşkını her daim canlı tutmamız lazımdır ki maddi manevi gelişme yolunda olalım.
Allah Rasulü (s.a.v) bir hadisi şeriflerinde: "Allah, hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir anlayış verir."(3) buyurmuşlar ve Yalnız şu iki kimseye gıpta edilebileceğini belirterek:
__ Allah'ın kendisine ihsan ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;
__ Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse."(4) olduğunu ifade etmişlerdir.
Sohbetimizi peygamberimiz (s.a.v)’in şu hadisiyle bitire¬lim.
"Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır."(5)
__________________________________
(1)Tâhâ sûresi, 20/114
(2)Fâtır sûresi,35/28
(3)Buhârî,İlim/10,Tirmizî,İlim/4, (4)Buhârî,İlim/15,Müslim,Müsâfirîn/268
(5)Tirmizî,Zühd/14,İbni Mâce,Zühd/3
 

01.04.2011

PEYGAMBERİMİZ VE MERHAMET

Değerli Kardeşlerim!

Allah Teala, Kur'an-ı mübininde mealen şöyle buyuruyor:
“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”1
Sıkıntıya düşmemizi istemeyen, mü'minlere karşı çok şefkatli, çok merhametli bir Peygamberimiz var.
Rabbimiz, yine Kura'n-ı Keriminde, O'nu “Alemlere rahmet olarak gönderdiğini”2 bildiriyor.
Demek O'nun rahmet mesajı, bütün alemleri kuşatıyor.
Peygamberimiz, yine Kuran-ı Kerim'de, “Üsve-i hasene” yani “güzel örnek” olarak niteleniyor.
O, hayatıyla güzel örnek olmuş ve elinden tutan insanlara en güzel insanlık erdemlerini kazandırmış.
Ona bakarsak, önümüzde güzel örnek görürüz, O'nun elinden tutarsak, O bizi, güzel insan olarak eğitir.
O, insanlığın öğretmeni, insanlığın mürebbisi.
Eğer O'nun elinden tutarsak, gözümüzü kulağımızı O'na yöneltirsek, bize vereceği ilk öğüt, herhalde, şefkatli, merhametli bir insan olma, rahmet insanı olma öğüdü olacaktır.
O, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bir kavimden, pırıl pırıl yürekleri olan bir toplum inşa etti.
Bugün de O'na yönelirsek der ki bize:
-Elinizden ve dilinizden başkaları zarar görmesin.

-Ayıpları araştırmayın. Haset etmeyin. Kin tutmayın. Birbirinize lanet etmeyin. Kimsenin gizli hallerini araştırmayın. Katı kalpli olmayın. Kibirli olmayın.

-Merhametli olun. Birbirinizi sevin. Mütevazı olun. Birbirinizin dertleriyle ilgilenin. Birbirinizin hatasını düzeltin, birbirinizi arındırın. Hediyeleşin. Selamlaşın birbirinizle.
Alır ve yoğurur yüreklerimizi merhamet duygularıyla.
Anne babayı yoğurur, evlatları yoğurur, eşleri yoğurur, gençleri, yaşlıları yoğurur…

-Komşun aç yatarken sen tok uyuma.

-Çalıştırdığın insanın ücretini teri kurumadan ver.

-Susuz kalmış hayvana su veren insan cennetlik oldu.

-Cennet annelerin ayağı altındadır.

Sorar insanlara:

-Bugün bir yetimin başını okşadın mı? Bugün bir açı doyurdun mu? Bugün bir hastayı ziyaret ettin mi?
O bitmez tükenmez bir sevgi ve merhamet çağlayanıdır.

Değerli Kardeşlerim!

Bir Kutlu Doğum haftasına daha giriyoruz. Aslında her gün, her hafta, her ay, Sevgili Peygamberimizle birlikte yaşıyor gibi bir hassasiyet içinde olmamız gerekiyor. Böyle özel haftalar ise, bu yakınlığı daha diri hale getirmek içindir. O'nun elinden yeniden tutmak ve gönlümüzü O'na açmak içindir. Kişiliklerimizde O'na daha çok benzemek içindir. O'nun güzelliklerini kuşanmak içindir.
Şiddetin, acımasızlığın, savaşların kol gezdiği bir dünyada, en acil ihtiyaç, Muhammedi bir merhamettir, şefkattir, diğergamlıktır, muhabbettir. Yaratılan her şeye rahmetle yaklaşmaktır.
Bunu, en öncelikle, Rahmet Peygamberinin izinden gidenler yapacaktır.
O sebeple, yüreklerimizi O'nun mektebinde eğitmek ve her birimiz, O'ndan aldığımız ışıkla rahmet insanları olmak, rahmet toplumları kurmak durumundayız.

Sohbetimizi Efendimiz(s.a.s)’in bir hadisi şerifleriyle bitirmek istiyoruz:
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız.”3

KAYNAKLAR
1.Tevbe, 9/128
2. Enbiyâ, 21/107
3.Müslim, îman 93-94

Hayırlı Cumalar RFC
 

08.04.2011

İÇKİ VE KUMARIN ZARARLARI

Değerli Kardeşlerim!
Dünya ve âhiret mutluluğunu engelleyen kişisel, ailevî ve toplumsal huzursuzlukların başında içki ve kumar gelmektedir. Kumar; çalışmadan, emek sarf etmeden, şans ve tesadüflere bağlı olarak başkasının malını almaktır. İçki ise kelimenin tam anlamıyla kötülüktür. Allah Resulünün ifadesiyle “kötülüklerin anasıdır.” İçki ve kumar, insanı şeytanın oyuncağı yapmakta, insanlar arasına kin ve nefret tohumları ekmektedir. İnsanları namaz, zikir gibi ibadetlerden alıkoymaktadır. Bütün bunlar şeytanın, insanı tuzağına düşürmek için kullandığı vasıtalardandır.
Kur’an-ı Kerim’de Cenabı Hak: "Ey İman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar, fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?" (1) diye bizi uyarmaktadır.

Değerli Kardeşlerim!
İçkinin vücudu tahrip ederek birçok hastalıklara sebep olduğu, kişide fiziksel ve ruhsal bağımlılığa yol açtığı, tıbben tespit edilmiş bir gerçektir. Alkollü içkiler, zihnin faaliyet dengesini bozduğu için insan kendini kontrol edemez, ne yaptığını ve ne söylediğini bilemez hale gelmektedir. Bu yüzden içki, birbiri ile dost olan arkadaşlar arasında tartışmalara ve kavgalara sebep olmakta, sarhoşluk yüzünden çıkan kavgalar cinayetle sonuçlanabilmektedir. İçkili araç kullananların bir kısmının bu yüzden trafik kazası sonucunda ölüme gittiğini ve pek çok kişinin de ölümüne sebep olduğunu hemen her gün görmekteyiz. Evine sarhoş olarak gelen ve ailesi ile gereksiz yere tartışıp, evde huzursuzluk çıkaran, hanımını ve çocuklarını döven ve bu yüzden aile yuvasını yıkanların sayısı hiç de az değildir. Temel kazanç prensiplerine aykırı olması, çalışıp üretme yeteneğini köreltmesi ve çalışmadan kazanma arzusunu kamçılaması gibi daha pek çok olumsuz sonuç doğuran kumar, dinimizce kesin olarak yasaklanmıştır. Kumar oyunlarının temel niteliği, kazancın emeksiz gayri meşru yollardan elde edilmiş olmasıdır. Kazancın helal olması, meşru yollardan elde edilmesine bağlıdır. Ayrıca geçimin helal yollardan sağlanması, dinimizce ibadet olarak değerlendirilmiştir. "Hangi kazanç en temiz ve en helal yolla elde edilmiş olur?" diye sorulduğunda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), "Kişinin el emeği ile ve kimseyi aldatmaksızın yaptığı meşru ticaret yoluyla elde ettiği kazançtır." cevabını vermiştir.(2)

Değerli Kardeşlerim!
Gençlerimizi içki ve kumar illetinden korumada en önemli görev aile ve eğitim kurumlarına düşmektedir. Ana babalar, çocuklarının nerelere girip çıktıklarına, kimlerle arkadaşlık yaptıklarına dikkat etmeli, onlarla sağlıklı iletişim kurmalıdırlar. Genç nesil iman, ahlâk ve güzel ameller noktasından takviye edilmeli, onlara büyük ideal ve hedefler gösterilmelidir.
Şu gerçek iyi bilinmeli ki, toplum, ancak ruhen ve bedenen sağlam ve dinamik gençlerle ayakta durabilir. Gençlerimizi kötü alışkanlıklardan uzak tutmak için, onlara en güzel şekilde örnek olmalıyız.
________________________________
(1). Maide, 5/90-91
(2). Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned; IV,141


Hayırlı Cumalar RFC. İşlerinizde kolaylıklar ve başarılar dilerim.
 
MERHAMET EĞİTİMİ

Değerli Arkadaşlar
Alemlere rahmet Efendimize bir ayet nazil oluyor: “…Hayır hayır! Doğrusu yapıp ettiklerinden dolayı kalplerinin üzeri pas tutmuştur.”1 Bazı sahabiler kalbin pas tutmasının ne demek olduğunu, bu mecâzi vurgunun ne ifade ettiğini anlamakta güçlük çekiyorlar. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyuruyor: “Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tövbe ve istiğfar ettiği zaman kalbi parlar. Günahtan dönmez ve bunu yapma ya devam ederse siyah nokta arttırılır ve sonunda tüm kalbini işgal eder. İşte Allah’ın kitabında; ‘Hayır hayır doğrusu yapıp ettiklerinden dolayı onların kalpleri pas tutmuştur.’ diye anlatılan pas budur.”2

Kardeşlerim, işte bugün tam da bu yürek paslanmasını ve kalp kararmasını yaşamaktayız. Zira, suyun topraktan çekilmesi gibi, merhamet de insanlığın vicdanından hızla çekiliyor. Merhametin açtığı boşluğu, şiddet, öfke ve zorbalık doldurmakta. Ahlaki yozlaşmalar ve vicdani duygulardan yoksunluk hayatın her alanında gün geçtikçe artıyor. İnsanlık bu hengâmede var oluş ve yaratılış hikmetinden uzaklaşıyor. Şiddet maalesef; kültür, inanç, ırk ve coğrafya tanımaksızın bütün dünyayı kasıp kavuruyor. Hemen her günümüzü, zulüm, cinayet ve haksızlıklara şahit olmanın vicdanımızda açtığı yaralar ve yüreğimizde bıraktığı sızılarla yaşamaktayız.
Bütün bunlar insanlığın en önemli değeri olan merhametin ferdi ve toplumsal hayatımızdan uzaklaşmaya başladığının göstergesi değil midir? Gerçekten bugün evimizde, sokağımızda, işyerimizde, uzak ve yakın çevremizde merhamete ne kadar da muhtacız. Evladımız bizden şefkat ve merhamet eli bekliyor.
Ailemiz, arkadaşımız, komşumuz, yetimlerimiz, yaşlılarımız, gençlerimiz, engellilerimiz, fakir ve fukaramız hatta tahrip edilen çevremiz bile bizden merhamet beklemektedir.
Dünyaya gözlerini açmadan katledilen bebekler, yalnızlığa terk edilmiş anne-babalar, sokakları mesken edinmiş sahipsiz çocuklar, kurşun ve bombalara hedef olan masumlar, derin bir ıstırapla “merhamet eli nerede?” diyorlar…
Oysa; “Komşusu açken tok olarak sabahlayan bizden değildir”3,
“Küçüklerimize sevgi, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir..”4,
“Haksız yere bir serçeyi öldürenden Cenab-ı Allah kıyamet gününde hesap soracaktır.”5 buyurmamış mıydı merhamet peygamberi?

Rabbimizin mesajları evrendeki her varlık için hayattır, rahmettir. Öyle ki, Peygamberimiz âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Müslümanlar olarak rahmet ve merhameti prensip edindiğimizi ilan için, Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatlarını zikirle başlarız, her söz ve her işimize… Gönüllere sirayet eden rahmet, kâinatı ve içindeki her şeyi kucaklayan bir merhamete dönüşür. Böyle bir gönül, sadece insana değil; bitkiye, hayvana hatta eşyaya merhamet nazarıyla bakar. Karıncayı dahi incitmenin merhametsizlik olduğunu bilir. Gerçek şu ki, ilahî rahmetin tecelli etmediği yürekler merhametten yoksundur. Merhametsiz gönüllerde sevgi, şefkat, ülfet ve insaf bulunmaz. Nitekim, her davranışıyla bizlere rehber olan Âlemlerin efendisi; “Merhamet ancak kalbi katılaşmış inançsız bedbahtların kalbinden kaldırılmıştır.”6 buyurarak bu acınası duruma dikkatlerimizi çekmektedir. Öyleyse insanlık olarak bugün, topyekûn bir yürek terbiyesine ve merhamet eğitimine ihtiyacımız vardır.

Başkanlığımız bu yıl Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin ana başlığını, “Hz. Peygamber ve Merhamet Eğitimi” olarak belirlemiştir. Bu vesileyle Peygamberimizin örnekliğinde, toplumun her kesiminde çokça muhtaç olduğumuz fiilî bir merhamet seferberliği hedeflenmektedir. Şüphesiz merhametten maksat, sıradan bir acıma duygusunu öne çıkarmak değildir. Merhamet eğitimi, kalbin basiretini açan, eşyaya ve kainata gönül gözü ile bakmayı sağlayan bir eğitimdir. Merhamet eğitimiyle, kalpleri kin, öfke, intikam, şehvet, ihtiras gibi hastalıklardan temizleyerek yürekler arası şefkat ve merhamet şebekesi kurmak amaçlanmaktadır. Özünü sevgi ve merhametin oluşturduğu bu eğitim de; rahmet peygamberinin mesajlarını doğru anlamak, üzerinde düşünmek ve şiddetin açtığı yaralara merhem olarak sürmekle mümkün olabilir.

Geliniz, merhameti tüm ilişkilerimizin odağı yapalım… Yavrularımız, bir çiçeğe, bir hayvana, tabiata ve insana merhamet nazarıyla bakabilsin… Muhtaca merhamet elini uzatabilsin… Komşumuzla gerektiğinde bir ekmeği paylaşabilmek, onu selam ve tebessüm ile karşılamak, merhametimiz olsun… Elimiz; sahipsiz, yetim ve öksüzün başını şefkatle okşayabilsin… Kainatta merhametsizlikten kaynaklanan her çığlık vicdanımızda yankılansın…
Sohbetimi, Rahmeten li’l âleminin bir sözüyle noktalayalım: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.”7

1. Mutaffifin,83/14
2. Tirmizi “Tefsirü’l Kur’an” 74, H.no:3390
3. Hakim, Müstedrek, II, 12
4. Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66
5. Nesâi, Dahâyâ, 42
6. Hakim, Müstedrek, “Tevbe ve İnâbe” H.no:7632
7. Buhari, Tevhid, 2


Hayırlı Cumalar RFC Sevgili müdavimleri
 

ALLAH’IN VERDİĞİ NİMETLERİ VERİMLİ KULLANMANIN ÖNEMİ

Değerli Kardeşlerim!
Nimet, insanın sahip olduğu, kendisine dünya ve âhirette yararı dokunan maddî ve manevî varlıklar, imkânlar ve ihsanlar anlamında kullanılmaktadır. İnsanın eşi, çoluk çocuğu, mesleği, yiyip içtikleri, malı mülkü, bedeni, aldığı nefesi ve aklımıza gelen ya da gelmeyen tüm imkânlar nimet kapsamındadır.(1) Allah’ın kullarına yönelik nimetleri o derece fazladır ki, Kur’an bu hususa, "Allah’ın nimetlerini saymak isteseniz sayamazsınız.(2) buyurarak dikkatlerimizi çekmektedir.

Rabbimizin bize bu sonsuz ihsanlarına karşı Tahdis-i nimet ile cevap vermeliyiz. Tahdis-i nimet, insanın, Cenâb-ı Hak tarafından kendisine bahşedilen lütuf, ihsan ve nimetleri şükür yoluyla dile getirip seslendirmesi demektir. Başka bir ifadeyle, o, İlahi nimetleri, övünç malzemesi olarak kullanmamak; ancak onları görmezlikten gelme gibi bir hatanın, bir nankörlüğün içine de düşmemektir. Bu da, ihsan ve ikramları inkâr etmeksizin, o nimetleri gerçek sahibine vermekle olur. Yani insanın "Mazhar olduğum bütün bu nimetler; havl ve kuvvetiyle bana lütuflarda bulunan, bana iş yapma istidadı veren, ümit, aşk ve iştiyakla manevi kuvvetimi takviye eden, beni isabetli yollara yönlendiren, hak ve hakikate hidayet buyuran Zât'a aittir." düşüncesi ile hareket etmesidir. Verdiği nimetleri ziyana ve israfa uğratmadan yeri ve zamanı geldiğinde verimli bir şekilde kullanmak ya da
kullandırmak olmalıdır. Her ne kadar Allah yeryüzündeki her şeyi bizim için yaratmışsa da, bir gün dünyada yararlandığımız nimetlerden mutlaka hesaba çekileceğimizi de aklımızdan çıkarmamalıyız.

Özellikle günümüz modern dünyasında, bir moda haline gelen tüketim çılgınlığı, bir nimeti tam ve yeterince kullanmadan, yerine bir diğerini koyma alışkanlığı doğurmuştur. Bu tür davranışlar, paranın, zamanın, emeğin ve milli servetin israfına yol açmakta ve insanların, bolluk içinde darlık çekmelerine sebep olmaktadır. Bu konuda şu ayet bizlerin prensibi olmalıdır: “Onlar, (Rahmânın kulları) harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.”(3)

Sohbetimize, nimetin kıymetine dair Peygamberimizin şu güzel örneğiyle bitirelim. Hz. Âişe validemiz anlatıyor: “Bir gün Allah’ın Rasulü odama gelmişti. Yere düşmüş bir ekmek parçası görünce onu aldı ve : Ey Âişe, nimetin kıymetini bil. Çünkü şu ekmek bir toplumdan nefret edip kaçtı mı, bir daha ona dönmez.”(4) buyurdu.

1 Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB. Yay., s. 528.
2 İbrahim, 14/34
3 Furkan, 25/67.
4 İbn Mâce, Et’ime 52, h.no:3353


Cumanız Mübarek Olsun
 
29.04.2011

EMR-İ BİL MARUF NEHY-İ ANİL MÜNKER

Değerli Kardeşlerim!..

Allah (c.c) insanı en güzel şekilde yaratmış ve ona; kötülük işleme duygusunu ve kötülükten sakınma yeteneğini (takvayı) yerleştirmiştir. Bu iki duygudan dilediğini seçme hakkını insana bırakmıştır. Ancak bununla birlikte insanoğlunun iyiyi seçmesini ve iyiliği yaymasını, iyilikte yarışmasını; kötülükten sakınmasını ve sakındırmasını istemiş ve bunların sağlanabilmesi için de kitap ve peygamberler göndermiştir.

Bu hususta Yüce Rabbimiz’in Kur’an’ı Kerim’de bizlere uymamızı emrettiği ölçü şudur: “İçinizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”(1)

Yüce Kitabımızın buyruğu bu olmakla beraber; insanoğlu Rabbinin emirlerini zaman zaman tembellik veya ihmal yüzünden, zaman zaman da bilerek terketmekte, şeytan ve nefsin etkisiyle iyilikten uzaklaşmakta ve kötülüğe meyletmekte; “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışıyla hareket ederek, toplumda iyiliklerin sönmesine, kötülüklerin de giderek yaygınlaşmasına sebep olmaktadır.

Öncelikle kendimiz iyiliği işleyerek ve kötülükten uzak durarak insanlara güzel örnek olmalıyız. Sonra da başta ailemiz, akrabalarımız, en yakınlarımız olmak üzere bütün topluma karşı, dinimizin üzerimize yüklediği iyiliği emir ve kötülükten menetme görevini yerine getirmeliyiz. Böylelikle hem Rabbimiz’in emrine itaat etmiş, hem ayet-i kerimenin “İşte kurtuluşa erenler onlardır.” müjdesine nail olmuş, hem de kendimizi ve içinde yaşadığımız toplumu kötü sonuçtan korumuş oluruz. Eğer bu görevi ihmal edersek toplumu saracak olan kötülüklerin zararlarından kendimizi de koruyamayız.

Bu hakikati Yüce Allah (cc) şu şekilde ifade etmektedir: “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir beladan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.”(2)

Sevgili Peygamberimiz (sav) de toplumu saracak umumi bir belaya uğramamamız için kötülük karşısındaki duyarlılığımızın nasıl olması gerektiğini şöyle ifade ediyor: “Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse, diliyle engel olmaya çalışsın. Bu da mümkün olmazsa, kalben hoş görmesin. Bu sonuncusu imanın en zayıf derecesidir.” (3)

Rabbimizin rızasını kazanmak, dünyanın ve ahiretin mutluluk ve saadetine ulaşmak istiyorsak iyiliği emredip kötülükten sakındırma vazifesini hakkıyla yerine getirmeliyiz.

Sohbetimizi konuyla ilgili bir hadis mealiyle bitirelim. “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız veya Allah size öyle bir azap gönderir ki sonra dua eder durursunuz da bu dualarınız kabul olunmaz.” (4)

Kaynaklar
1. Al-i İmran, 3/104
2. El-Enfal, 8/25
3. Müslim,İman,78;Riyazu’s-Salihin,Hadisno:183
4. Riyaz-üs Salihin 1/234

Hayırlı Cumalar RFC, İşlerinizde Kolaylıklar Başarılar Dilerim. Cumanız Mübarekli Olsun
 
06.05.2011

ALLAH İÇİN SEVMEK

İslâm dini sevgi dinidir. Müslüman olmanın şartı inanmak; inanmanın temeli ise sevgidir. Bugünkü hutbemizde Sevgili Peygamberimizin, iman ile sevgi arasındaki bağı ifade eden, Allah için sevmenin önemini belirten hadis-i şeriflerinden bir demet sunuyorum.
Allah Rasulü buyuruyor ki:
“Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi, imanın zevkini tatmış olur.”Bunlardan birincisi: Allah ve Rasulü, kendisine başkalarından daha sevimli olmak. İkincisi: Sevdiği kimseyi sadece Allah için sevmek. Üçüncüsü de: İmandan sonra küfre dönmeyi, ateşe atılıyormuş gibi kötü görmek.” (1)
"Sevdiğini ölçülü sev. Belki bir gün düşmanın olur. Düşmana da ölçülü kin güt. Belki bir gün dostun olur."(2)
Allah Teâla şöyle buyurdu: “Benim rızam için birbirini sevenlere, benim için bir araya gelenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için yardımlaşanlara sevgim vacip olmuştur.”(3)
Allah’ın kulları arasında bir grup vardır ki, onlar ne peygamberdirler ne de şehittirler. Buna rağmen Kıyamet günü Allah katında makamları yücedir. Bu sebeple peygamberler de şehitler de onlara gıpta ederler.
Orada bulunanlar sordu.
-Ey Allah’ın Elçisi! Onlar kimdir?Buyurdular ki:
“Onlar, aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, birbirlerini Allah için sevenlerdir. Allah’a yemin ederim ki, onların yüzleri nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Herkes korku içindeyken, onlar korkmaz. Herkes üzülürken, onlar üzülmezler.”(4) Dedi ve şu ayeti okudu: “Haberiniz olsun! Allah’ın dostları var ya! Onlara ne korku var ne de üzüntü.”(5)

Sevgi ve hoşgörü deyince Yunus Emre’yi hatırlamamak mümkün değildir. Yunus Emre her şeyden önce gönül insanıdır. Sevgi aşığıdır. “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” diyerek bütün insanlığı bütün yaratılmış olan her şeyi sevmemiz gerektiğini ifade eder. İnsanları birbirine karşı emniyete, güvene ve asayişe, dürüstlüğe davet ederken, başkaları için tuzak kuran, fenalık ve kötülük düşünenleri uyarırken şöyle seslenir;
Zinhâr gönül evinde tutma yaman endişe
Beriki içün kuyu kazan âkıbet kendi düşe
İnsanoğlunu, şerre ve fenalığa sevkeden nefis ve şeytanı, en kuvvetli düşman olarak bilen Yunus, şayet kavga edilecekse düşman olarak nefsin yeterli olduğunu ifade ederken;
Hakikate bakar isen nefsin sana düşman yeter
Var imdi git nefsin ile vuruş savaş tokuş yürü.
Sevgi ve hoşgörüyü hayatına hayat yapan Yunus, bir gönül kazanmanın hacca gitmek kadar sevaplı ve mühim olduğunu, gönül tahtında Allah’ın bulunduğunu ve bu makamın hiç bir surette incitilmemesi gerektiğini, kalp kırıp gönül yıkmanın Kabetullah’a zarar vermekle eşit, gönül yıkan kimsenin iki dünyadada bahtsız olacağını vurgularken şöyle seslenir;
Aksakallı bir koca bilemez hâli nice
Emek vermesin hacce bir gönül yıkar ise
Gönül Çalab’ın tahtı Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise
Yüz kez hacca vardın ise yüz kez kaza kıldın ise
Bir kez gönül yıktın ise gerektir çekesin âhı
Sohbetimi Yunus’un şu dizeleriyle son vermek istiyorum.
Ben geldim sevgi için gönüller dost avı için Ben gelmedim davâ için gönüller yapmaya geldim Gelin biz tanışalım işi kolay kılalım Sevelim sevilelim dünyada kimse kalmaz.


_____________________________
1 Buhari, “İman”, 9,14 “Edeb”,42;
2 250 Hadis. S, 14, H.No:13.
3 Muvatta, Şi’r 16, (2,953,954)
4 Ebu Davut, Büyü, 78 (3527)
5 Yunus, 62.

Hayırlı Cumalar RFC İşlerinizde Kolaylıklar Başarılar Dilerim.
 
13.05.2011

GENÇLİK VE ZARARLI ALIŞKANLIKLAR

Gençlik, milletlerin geleceği ve en önemli güç kaynağıdır. Bunun için her millet, kendi geleceğini garanti altına almak, millî ve manevî değerlerini yükseltip geliştirmek amacıyla bilgili, görgülü, çalışkan ve üretken gençlik yetiştirmeye önem vermektedirler. Çünkü gençlerini iyi yetiştirmiş olan milletler, güçlü ve sağlıklı bir yapıya kavuşmuş olurlar. Eğer gençlik ihmal edilir, iyi eğitilmez, uyuşturucu, alkol, tembellik veya sapık akımların kucağına düşmeye bırakılırsa, o zaman pek çok problem ve sıkıntılarla karşı karşıya kalınır. O zaman milletlerin geleceği de tehlikeye girmiş olur.
Gençlik, Yüce Allah’ın insanlara bahşettiği ömür nimetinin, çok iyi değerlendirilmesi gereken önemli bir dönemidir, bulunmaz bir fırsattır. Çünkü gençlik, çalışıp kazanma, evlenip âile kurma, insanlara yararlı olma ve Allah’a ibâdet etme bakımından hayatın en verimli çağıdır. Bunun için her insan, Allah’ın verdiği bütün nimetlerden ve özellikle de gençliğini nerede ve nasıl harcadığından sorguya çekilecektir. Yüce Mevlamız bu gerçeği Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur: “O gün, hepiniz bütün nimetlerden sorguya çekileceksiniz.” (1)
Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)’de gençliğin önemine dikkat çekerek;“İnsanoğlu, Kıyâmet gününde: Gençliğini nerede ve nasıl harcadığından, sorguya çekilmedikçe, yerinden ayrılamaz.” (2 ) buyurmuştur.

İslam Dîni, çocukların ve gençlerin ilim, fikir ve sanat bakımından iyi yetiştirilmelerini, kendi başlarına düşünebilir ve bağımsız olarak iş yapabilir bir konuma getirilmelerini, sorunlarının hoşgörü ve anlayışla karşılanıp bunlara çözümler bulunmasını ve gençlerin yüksek bir ahlâka sahip olmalarının sağlanmasını istemektedir. Dinimiz, bunun sorumluluğunu da, başta ana baba olmak üzere, yetkililere ve topluma yüklemektedir.
Çocuklarımız ve gençlerimiz, bizim ümitlerimiz ve yarınlarımızdır. Onları, ne kadar dinî ve millî değerlerimize göre yetiştirir, ailevî, ekonomik, kişisel sorunlarıyla yakından ilgilenir, özellikle ruh sağlıklarını bozucu her türlü etkiden koruyup, aile hayatını teşvik ederek sağlıklı bir hayat biçimine kavuşturursak, geleceğimizden o oranda emin oluruz.

Arzulanan genç nesil, ahlakî ve manevî değerleri ön plana almalıdır. Sevgi, saygı, rahmet, şefkat, adalet, iyilikseverlik gibi insanı insan yapan evrensel manevî değerleri ön plana almalıdır. Gönül kazanma ve yürek fethetme görevini en tatlı dille ve en güzel metotla yerine getirmelidir.
Gençliğimize kucak açarak, maddî ve manevî problemleriyle ilgilenerek, gençliğimize sahip çıkalım.

Sohbetimizi Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin bir hadisi şerifi ile tamamlıyalım;
“Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiye ve edepten daha değerli bir miras bırakmış olamaz. (3)” ve “İnsanlar içinde Allah’ın en çok sevdiği kimse, kötülükleri terk edip iyiliklere yönelmiş olan gençtir.” (4)



1- Tekasür: 8
2- Tirmizi Kıyamet Riyazu's-Salihin H. No: 410.
3- 250 Hadis: 204.
4- Ramüzu’l –Ehadis, s.383

Hayırlı Cumalar RFC İşlerinizde Başarılar ve kolaylıklar dilerim.
 
27.05.2011
İSTANBULUN FETHİ

Milletlerin tarihinde unutulmaz olaylar, önemli fetihler vardır. Bizim milletimizin tarihinde de dönüm noktaları diyebileceğimiz, kahraman ecdadımızın tarihe altın harflerle yazdığı, şerefle kazanılmış zaferlerimiz bulunmaktadır. Hiç kuşkusuz İstanbul’un fethi bu zaferlerimizin tacıdır.
Asırlar öncesinden sevgili peygamberimizin müjdesine nail olmak için müslümanlar İstanbul’u defalarca kuşatmışlardır. Büyük sahabî Ebû Eyyüb el-Ensari başta olmak üzere ashab-ı kiramdan birçoğu İstanbul’u almak için gelmişler ve buralarda şehit düşmüşlerdir. Ama fetih Osmanlı ecdadımıza kadar kimseye nasip olmamıştır.

Osmanlı Cihan devletinin başına ikinci Mehmet adıyla genç bir padişah geçti. Bu kutlu padişah başta Akşemsettin ve Molla Gürâni olmak üzere önemli âlimler tarafından çok iyi yetiştirildi. Din bilimlerinin yanı sıra fen ve mühendislik bilgilerine de sahipti. Kalbi Allah aşkı ve peygamber sevdasıyla dolu olan bu genç Peygamber Efendimizin “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur” hadisinden aldığı işaretle İstanbul’u fethetme düşüncesi hayallerini süslemeye başladı.
Tarihin bir kere gördüğü ve belki de bir daha göremeyeceği yirmi iki yaşındaki genç padişah “Ya İstanbul beni alır ya ben İstanbul’u” diyerek bu husustaki kararlılığını gösterdi.
Onun azmi şairin mısralarında şöyle dile geliyor: Yelkenler biçilecek yelkenler dikilecek, Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek, Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek.

Genç padişah fetih hazırlıklarına başladı. Bizans’a gelecek yardımları engellemek için boğazda Rumeli Hisarını yaptırdı, toplar döktürdü. Tekerlekli kuleler yaptırdı. Surları geçmek için tüneller kazdırdı. Ve nihayet Dolmabahçe sırtlarından karadan halice gemiler indirdi. Okunan Kur’an’lar, yapılan dualar, arşa yükselen tekbir sesleri ve Rabbimizin; “Habibim sen müminlere müjdele, Allah’tan yardım ve yakın bir fetih vardır.” vaadini şiar edinerek 6 Nisan 1453 cuma günü fetih ordusu surların önüne dayandı. Elli iki gün süren mücadele binlerce şehit ve gazi ve nihayet 29 Mayıs 1453 günü Ulubatlı Hasan sancağı surlara dikti. İstanbul’un fethiyle Dünya Konstantiniyye’nin İstanbul oluşuna, bir çağın kapanıp yeni bir çağın açıldığına şahit oldu.

Evet, İstanbul fethedilmişti. Fatih Sultan Mehmet Han Bizans halkına can ve mal güvenliklerinin, din ve ibadet özgürlüklerinin sağlanacağı sözünü verdi. Böylece İslam’ın engin hoşgörüsü bir kez daha dünyanın gözleri önüne serilmiş oldu.
Bizlerde İstanbul’u fetheden ruhu, genç neslimize ve tüm milletimize iyice anlatmak ve öğretmek görevimiz olmalıdır. Canları ve kanları pahasına bu toprakları bize emanet eden ecdadımızı minnet ve şükranla anar, rabbimizden rahmet niyaz ederim.


1- Müsned 4.225
2- Saf 61/13


Hayırlı Cumalar RFC işlerinizde başarılar kolaylıklar dilerim.
 
Geri
Üst