Manevî semamızın yıldızlarından Bişr-i Hafi, h.150 (m.767) yılında Merv’de doğdu. Merv’in ileri gelen ailelerinden birine mensuptu. Bağdat’ta yaşadı ve h.227 (m.841) yılında burada vefat eyledi.
Devrinin sayılı hadis âlimlerinden biri olan Bişr-i Hafî Hazretleri, gençlik yıllarında içki ve işret meclislerinde dolaşırdı. Bir gün sarhoşluktan sendeleye sendeleye yürürken yolda bir kağıt parçası buldu. Üzerinde Bismillahirrahmanirrahim yazılıydı. Onu hürmetle eline aldı, temizledi, üzerine misk sürdü, öptü ve gözlerine sürerek temiz bir yere koydu. O gece şeyhlerden biri rüyasında kendisine şöyle hitab edildiğini duydu:
“Bişr’e varıp de ki: Bizim ismimizi misk kokulu bir hale getirdin. Biz de seni misk kokulu yaptık. İsmimizi yücelttin, biz de seni yücelttik. İsmimizi temizleyip arındırdın, biz de seni arındırdık. İzzetime and olsun ki, dünyada da ahirette de ismini hoş hale getireceğim!”
Bu hitab üzerine şeyh: “Bişr, fasık bir kişidir, galiba gördüğüm rüya asılsızdır” diye düşündü. Kalktı, abdest aldı, namaz kılıp yattı. Fakat yine aynı hitabı işitti. Bu hal üç kere tekrar etti. Sabah kalkıp Bişr’i aradı. “O şarap meclisindedir.” denilince meyhaneye gitti. O sırada Bişr sarhoş bir halde bulunuyordu. Şeyh, “Ey Bişr! Sana biri bir haber getirmiş.” diye içeriye haber saldı. Bişr: “Gidip ona, ‘Bu haberi kimden getirdin?’ diye sorunuz.” Şeyh, “Haber Yüce Allah’tandır.” diye karşılık verince Bişr ağladı ve: “Eyvah o beni azarlayacak.” dedi. Şeyh, “Hiç de öyle değil.” dedi. Bişr, “Ahbaplarla konuşmam için biraz bekle.” dedi. Gidip arkadaşlarına: “Dostlar! Bizi davet etmişler, gidiyoruz. Sizleri de O’na ısmarlıyorum. Beni bir daha asla meyhanede bulamayacaksınız.” dedi.
Sonra da perişan bir halde, baş açık, yalınayak dışarı çıkıp tevbe etti. Zühd yolunu tuttu, evliyanın devletli eteğine sarıldı.
Bu olaydan sonra Bişr, bir daha asla ayağına ayakkabı giymedi. Bundan dolayı kendisine “haffi”, yani yalınayak gezen denildi. “Niçin ayağına ayakkabı giymiyorsun?” diye soranlara, “Çünkü O’na misâk verdiğim gün yalınayaktım, şimdi ayağıma ayakkabı giymekten utanıyorum.” diye cevap verirdi.
Fudayl b. İyaz (K.S.)’ın sohbetlerine katılan Bişr-i Hafî, bu sufi muhaddisten başka Enes b. Malik, Abdullah b. Mübarek gibi bir çok alimden hadis öğrendi. Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere devrinin büyük hadis alimleri kendisinden hadis rivayet ettiler.
Sonraları dayısı Ali b. Harşam (K.S.)’a intisab eden Bişr-i Hafi, hadis rivayetini bırakarak tamamen tasavvufa yöneldi. Zühd, takva ve mücahede dolu hayatıyla manâ alemine sultan oldu. Verâ hususunda son derece ince eleyip sık dokuyan Bişr-i Hafî Hazretleri, helâlliği şüpheli paralarla yapılıyor diye sultanların yaptırdığı çeşmelerden bile su içmezdi. Ev halkı da verâ ve takva hususunda aynı hassasiyeti taşırdı.
Bir gün aciz ve zayıf bir kadın Ahmed b. Hanbel’in yanına geldi ve sordu: “Yazın dama çıkarak devlete ait meşalelerin ışığı altında iplik eğiriyorum. Bu caiz mi, değil mi?” Böyle bir soru karşısında hayrette kalan Ahmed bin Hanbel Hazretleri: “Sen kimsin ki, bu çeşit sözleri ağzına alıyorsun?” dedi. Kadın: “Ben Bişr b. Haris’in kız kardeşiyim.” deyince, İmam Ahmed hüngür hüngür ağladı ve: “Bu çeşit bir takva ancak onun gibisinin evinde zuhur eder.” dedi. Sonra kimseye böyle bir fetva vermeyen Ahmed bin Hanbel Hazretleri: “Asla caiz değildir! Kulak ver ki, saf suyun bulanmasın. Biraderin olan o temiz rehbere uy! Bu suretle öyle bir mertebeye ulaşırsın ki, o ışığın altında iplik eğirmek istediğin zaman senin elin sana itaat etmez. Kardeşin öyle biri idi. Helalliği şüpheli olan bir yemeğe elini uzatmak istediği zaman eli kendisine itaat etmezdi.” dedi.
Ahmed b. Hanbel sık sık Bişr-i Hafî’nin yanına giderdi, tam manasıyla ona bağlanmıştı. Talebeleri ona: “Sen hadis ve fıkıh alimi bir müctehidsin. Birçok ilimde bir benzerin daha yok. Buna rağmen bir pejmürdenin yanına gidiyorsun, bu sana hiç yakışır mı?” dediler. Ahmed b. Hanbel: “Evet, şu saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan daha iyi bilirim. Ama o da yücelerden yüce Allah’ı benden daha iyi tanımaktadır!” dedi. Sonra Bişr’in yanına giderek: “Haddisnî an Rabbî! (Bana İzzet ve Celâl sahibi Rabbim’den bahset!)” dedi.
Alemlerin Efendisi Muhammed Mustafa (A.S.), rüyasında Bişr-i Hafî Hazretleri’ne şöyle hitab etti: “Hak Tealâ Hazretleri’nin, seni akranların arasından niçin seçip dereceni yükselttiğini biliyor musun?” Bişr: “Hayır ya Rasulallah!” “Çünkü sen sünnetime tabi oldun, salihlere hürmet ettin, kardeşlere öğüt verdin. Ashabımı ve ehl-i beytimi de sevdin. Bu yüzden seni ebrar makamına terfi ettirdim.”
Vefatı yaklaşınca, kendisini büyük bir ızdırab kapladı. “Galiba hayatı seviyorsun” diyenlere, “Hayır” dedi; “lâkin Padişahlar Padişahı’nın huzuruna çıkmak cidden güç bir iş.”
Naklederler ki, hayatta olduğu müddetçe yalınayak gezdiği için hayvanlar ona hürmeten sokaklarda hiç terslemezlerdi. Bir gün bir şahıs sokakta hayvan tersi görünce: “Eyvah! Bişr gitti!” diye feryadı bastı. Araştırdılar, adamın dediği doğru çıktı. “Bunu nasıl anladın?” diyenlere: “Çünkü” dedi; “O hayatta olduğu sürece, Bağdat’ın hiçbir sokağı hayvan tersiyle kirlenmemişti. Bu sefer ise alışılmışın aksine bir durum gördüm. Anladım ki, Bişr artık hayatta değil!”
Vefatından sonra onu rüyada gören biri, “İzzet ve Celâl sahibi Allah sana ne yaptı?” diye sorunca, şu cevabı aldı: “Merhaba ey Bişr! diye ferman geldi. Sonra, ‘ruhunu teslim ettiğin an yeryüzünde senden daha çok sevdiğim hiçbir kimse yoktu’ diye bir hitab işittim.”
Onu rüyada yürür halde gören diğer biri, “Nereden geliyorsun?” diye sordu. “İlliyyûn (Cennet’in en yüksen mertebesinden)’den.” dedi. “Allah, Ahmed b. Hanbel’e ne yaptı?” diye sordu. “Şu anda onu, Allah’ın huzurunda nimetlerin içinde yer-içer bir halde bıraktım.” “Peki ya sana ne yaptı?” diye sordu. “Allah, benim yemeğe pek rağbet etmediğimi bildiğinden, kendisini temaşa etmemi lütfetti” dedi.
Şu sözler ona aittir:
“Halkın kendisini bilmelerini ve tanımalarını arzu eden bir kimse, ahiretin (ve bu maksatla işlediği amelin) hazzına varamaz.”
“Eğer halkın seni bilmelerini arzu ediyorsan, bil ki, dünya sevgisinin başı işte bu arzudur.”
“Arifler öyle bir taifedir ki, Hak Tealâ’dan başkası onları (gerçek hüviyetiyle) tanımaz ve ancak Allahu Tealâ’nın rızası için kendilerine hürmet ve itibar edilir.”
(Hilye, Kuşeyrî Risalesi, Keşfu’l-Mahcûb, Nefehâtü’l-Üns, Tezkiretü’l-Evliyâ)