- Katılım
- 9 Eki 2010
- Mesajlar
- 33,809
- Tepkime puanı
- 1,798
- Puanları
- 113
- Yaş
- 55
On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim.
Bir otele indim. Geceydi.
Sabahleyin, traş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında
ilginç bir not gördüm.
" Lütfen diyordu, trastan sonra jiletinizi çöpe atmayın. Yanda bir
kutu var, oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik
sanayisine yardımcı olun."
Doğrusu hayretler içinde kaldım.
Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir.
Birçok eşya üzerinde "İsveç çeliğinden yapılmıştır" diye yazardı. İste
o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini
istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda
bulunuyordu.
İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda, radyolar, televizyonlar,
basın bir haberi duyurur.
" Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı
yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap,
dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç
prospektüsü dahi olsa, kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına
yardımcı olun.
Fazla ağaç ziyanına engel olun."
Beş yaşında idim. Babaannem rahmetli, pirinç ayıklıyordu.
Birtane yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya başladı.
Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyor. Çocukluk iste, " Aman
babaanne dedim. Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya,
yorulmaya değer mi? "
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
" Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, dedi. Hiç pirinç üretilirken
gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde
kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun? "
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.
Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim. Alain'in
proposlarini okuyorum. Birden irkildim. Babaannemi hatırladım.
Alain,
" Bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa
karşı ihanet etmiş olur " diyordu. İlave ediyordu. " Bir iğnenin
üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el emeği vardır "
diyordu.
Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır.
Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül
edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir.
Böyleleriyle, zavallı, evini mezat salonuna çevirmiş diye eğlenirler.
Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.
Vaktiyle Japon ekonomisi bir darboğazdan geçiyor.
İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi
toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile
anlatır ve " Su andan itibaren der, Allah şahidim olsun ki, Japonların
iç ve dış borçları son kursuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir
şey yemeyeceğim. Su üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim. "
Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası
açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün
kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok.
Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Yarabbim, ne kadar
sade, ne kadar mütevazı, ne kadar gösterişten uzak...
Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan bos yere
akıtmakta, gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, yemek
yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına
geçmiyor muyuz?
Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür.
Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki, İlkokul okuma kitabımızdaki bir
sözü hiç unutmadım.
" Bir mıh bir nal kaybettirir. Bir nal, bir atı, bir at bir orduya
savası kaybettirir " diyordu.
Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım, ister fakir,
hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız.
Bunda parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.
Bence herkese iletilmesi gereken mesaj varsa, o da budur...
(alıntı)