- Katılım
- 9 Eki 2010
- Mesajlar
- 7,991
- Tepkime puanı
- 240
- Puanları
- 0
- Yaş
- 43
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ
Türkler' e Anadolu' nun kapılarını kesin olarak açan hadise Malazgirt' teki zafer olmuştur. Fakat Türk akıncı birlikleri daha önceden Anadolu' da adeta serbest dolaşır hale gelmişlerdi. Diogenes iki yüz bin kişiyle Malazgirt' e gelirken bile ordunun gerisini güvenlik altına alamamıştı. çünkü Türk akıncıları her yerde görünüyor, hiçbir zaman yakalanamıyorlardı.
Diogenes' le yapılan anlaşmanın yeni Bizans İmparatoru tarafından tanınması üzerine Sultan Alp Arslan, Kutalmışoğlu Süleyman şah' ı Anadolu' nun fethine gönderdi. Süleyman şah' ın emrinde Artuk, Afşın, Porsuk, Danişmend, Saltuk gibi pek meşhur Türk kumandanları vardı. Bunlar kısa zamanda Sivas ötesine geçerek üzerlerine gelen bir Bizans ordusunun Kayseri yakınında yendiler, Bizans kumandanını esir aldılar. İzmit civarında Bizanslılar tekrar bir orduyla göründüler, bu orduyu Artuk Bey bozguna uğrattı. Ardından güney bölgelerine sarkan Süleyman şah' ı durdurmak üzere büyük bir ordu gönderdiler, bu orduyu da Kutalmışoğlu 1074' te yapılan bir meydan savaşında dağıttı. Bu savaşlar sonunda Bizans' ın artık Türkler' e askerle karşı koyması pek zorlaşmıştı. Kutalmışoğlu' nun beyleri bunun üzerine Anadolu şehirlerini, yerleşmek üzere tek tek fethetmeye başladılar. 1084 yılına gelindiği zaman Marmara' ya kadar olan Anadolu toprakları Türkler' in eline geçmiş bulunuyordu.
1077' de Büyük Sultan Melikşah, Kutalmışoğlu Süleyman' a bir ferman göndererek kendisini "Anadolu Hükümdarı" ilan etti, ardından Abbasi Halifesi de Kutalmışoğlu' nu hükümdar olarak tanıdı. Ma' mafih Süleyman şah 1075' te devleti kurmuş durumdaydı. Yeni Türk Devleti' nin merkezi İznik şehri oldu. Erzurum' dan İznik' e kadar Türk hakimiyeti kurulmakla birlikte, bazı şehirler ve kaleler hala Bizanslılar' ın elide idi; buralar birer birer temizlendi. 1085' te Kutalmışoğlu Antakya' yı fethetti. Beylerinden Buldacı Maraş bölgesini, çubuk ve Mehmed Beyler Elazığ bölgesini, Karatekin Bey Sinop' u çaka Bey İzmir' i fethettiler. Süleyman şah, her kumandan fethettiği bölgenin idaresini veriyordu. Böylece Anadolu beylikler halinde idare edilmeye başlanmıştı.
Bu fetihler olurken bir yandan da Doğudan Batı' ya büyük kitleler halinde bir Oğuz akını oluyordu. Yüz binlerce insan, atları ve koyun sürüleriyle birlikte yeni açılan ülkelerde yurt tutmak üzere üç büyük koldan Anadolu' ya girmeye başlamıştı. Süleyman şah bunları sistemli bir şekilde yerleştirmeye çalıştı, ordusunu da esas itibariyle bunlardan teşkil ediyordu. Halbuki o tarihte Büyük Sultanlığın ordusu, Türkmen süvarileri hariç, bir devşirme ordusu halinde teşkilanmıştı.
Süleyman şah, devletinin her teşkilatında Türkler' e dayandı. Zaten Anadolu fethedildiği zaman orada yaşayan Rum halkın büyük bir kısmı, kalabalık kitleler halinde Trakya' ya geçerek Balkanlar' a gitmiş, orada yerleşmişlerdi. çünkü adeta karınca sürüleri halinde Anadolu' yu istila eden Oğuz kitlelerinden bunlara nefes alacak yer kalmıyordu. Yerli halktan pek azı Müslüman oldular, Süleyman şah bütün Türk hükümdarları gibi herkesi kendi dininde serbest bırakıyor, kimseyi zorlamıyordu. Hıristiyan halk devlete cizye vermek suretiyle barış içinde rahat yaşamaya başladı.
O yıllarda Anadolu kaynayan bir kazan gibiydi. Türkmenler (Oğuzlar) boylar halinde gelerek yurt tutuyor ve Orta Asya' daki sosyal-iktisadi düzenlerini aynı şekilde devam ettirmeye çalışıyorlardı. Bir taraflarında kendi soylarından fakat başka kabilelerden insanlar, bir taraflarında ilk defa karşılaştıkları ve bambaşka hayat tarzına, dine sahip olan insanlar vardı. Yeni gelenler fatih millet olarak geldikleri için, kendilerini üstün görüyorlar ve inanç konusunda yerlilerden hiçbirşey almıyorlardı. Buna karşılık yerleşik hayata aid bazı kültür unsurlarının (kap kacak, yapı biçimi vs.) Müslümanlık bakımından da oldukça karışık bir durumdaydılar. Büyük Selçuklu Sultanlığı' nda İslamiyet' in Hanefi mazhebi hakimdi, devletin ileri gelenleri bu hususta eğitim görüyorlar ve hiç değilse üst tabaka arasında inanç ve ibadet birliği sağlanmış oluyordu. Anadolu' ya gelen ve çoğu göçebe olan Oğuzlar' da Müslümanlık eski dinleriyle karma karışık bir haldeydi, üstelik kabileler halinde yaşadıkça aralarında bu konuda bir birlik kurulması da çok zordu.
Anadolu' da Türk birliğinin kurulması veya Anadolu' nun Türkleşmesi herşeyden önce arınmış bir İslam inancının ve kültürünün her tarafa yayılması, insanları bu konularda birbirine benzetmesiyle mümkün olmuştur. İşte bizim vatanımızın maddi kurucuları Süleyman şah ve onun beyleri ise, manevi kurucuları da Mevlana Celaleddin, Yunus Emre, Hacı bektaş, Ahi evren, aşık Paşa, Süleyman Türkmani ve daha pekçokları gibi İslam kültürünün ulularıdır. Bunları ileride ayrıca anlatacağız.
şunu da belirtelim ki, bizim vatanımız buraya gelen Türkler' le yerli halkların kaynaşmasından meydana gelmiş, yani melez bir halk değildir. Yukarıda söylediğimiz gibi, biz Anadolu' ya geldiğimiz zaman burada Etiler, Sümerler vs. gibi Milad öncesi kavimler yoktu; rumlar, Ermeniler, Süryaniler vs. vardı. Bunların pek azı Müslüman olarak bize karıştı, geri kalanların çoğu (Rumlar) Balkanlar' a geçti; gitmeyenler ise Cumhuriyet devrine kadar yerlerinde kaldılar. Bugün bile Türkiye' de Rum, Ermeni ve Süryani aslından Hıristiyan vatandaşlarımız yaşıyorlar.
Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleyman şah kendi yanında bulunan bazı beylere anlaşmazlığa düşmüştü. özellikle Artuk Bey onun durumunu Büyük Sultan melikşah' a bildirmiş ve kendisini Anadolu' dan uzaklaştırmıştı. Artuk bey Umman ordusu komutanlığına tayin edildi, oradan da Suriye Sultanı Melik-tutuş' un yanına geldi. Daha sonra Afşin Bey gibi bazı büyük kumandanlar, Süleyman şah' ın sert tutumundan şikayet edip onlarda Tutuş' un yanına gitti. Tutuş, Melikşah' ın kardeşi idi ve Atsız Bey' den sonra Suriye valiliğine gönderilerek Mısır' ın fethi ile görevlendirilmişti. Suriye' de Kutalmışoğlu' nun Anadolu' da yaptığı gibi bir devlet kuran Tutuş onun güneye doğru daha fazla ilerlemesinden çekindiği için, bu kumandanları da yanına alarak Kutalmışoğlu' na karşı çıktı. O sırada Süleyman şah Haleb' i muhasara ediyordu.
Selçuklu ailesinin iki değerli avladı, iki Türk ordusunun başında birbirleriyle Haleb civarında savaşa tutuştular. Nice Yıllar hep birlikte kafir ülkelerinde gaza yapıp İslam' ın ve Türklüğün hakimiyeti için vuruşan bu insanların birbirlerini yemeleri tatsız bir olaydı. Süleyman şah Tutuş' un ordusuna taarruz etti. Fakat bu orduda Süleyman şah' ın savaş taktiklerini ve Anadolu ordusunu iyi bilen büyük kumandanlar vardı. Bu yüzden hücum başarılı olamadı. Tutuş' un safında bulunan Artuk Bey karşı hücuma geçti. Artuk Bey bütün ömrünü savaşlarda geçirmiş dahi denecek kadar üstün bir askerdi. Süleyman şah' ın ordusunu bozguna uğrattı. Bu bozgun Kutalmışoğlu' nun da sonu oldu. Anadolu Türk Devleti' nin, yani bizim devletimizin kurucusu olan büyük kumandan ve sultan, hyatında ilk defa yeniliyordu. Mağlubiyete dayanamadığı için, kaçıp kurtulmaktansa kendini öldürmeyi tercih etti.
Melikşah bu olanları duyunca Tutuş' u cezalandırmak için üzerine yürüdü, fakat onun af dileyip ayaklarına kapanması üzerine dokunmadı. Süleyman şah' ın küçül çocuklarını Isfahan' daki Selçuklu Devleti' nin başına geçici olarak Süleyman şah' ın kardeşlerinden Davud' u getirdi. (1086)
Süleyman şah' ın büyük oğlu şehzade Kılıç Arslan Büyük Sultan' ın sarayında mükemmel bir eğitim gördü. 1096 yılında Isfahan' dan çıkarak İznik' e geldi ve büyük merasimle Selçuklu tahtına oturdu. Fakat o sırada Anadolu Türklüğünü ve İslam Dünyası' nı büyük bir tehlike bekliyordu: Hıristiyan dünyası Boğazlar' dan ötesinin artık tamamen kaybolduğunu görmüştü; üstelik Hıristiyanlar için mukaddes sayılan topraklar (kudüs ve civarı) Müslümanlar' ın elinde idi. Papazların kışkırttığı Hıristiyan halk birçok Avrupa ülkesinde hükümdarları kutsal bir savaş için zorlamaya başladı. Avrupa o tarihlerde sefalet içinde idi. İslam ülkelerinde tıpkı masallardaki gibi bir hayat yaşandığını düşünüyorlar, bu serveti yağmalamak için fırsat arıyorlardı. Nitekim işte bu kutsal savaşa katılanların büyük çoğunluğu yağma ve çapul niyetiyle gelmiş insanlardı.
Tarihlerde Haçlı Seferleri diye bilinen (çünkü haç, Hıristiyanlığın sembolüdür) bu seferlerden birincisi 1096 yılında başladı. Bir taraftan Avrupa kralları ve derebeyleri ordularını toplarken, bir yandan mutaassıp papazların topladığı yüz bin kişilik bir serseri çapulcu ordusu meydana gelmişti. Sefil, perişan insanlardan meydana gelen ve bütün emeli mal yağmalamak olan bu yüz bin kişilik ordu İstanbul' a gelerek oradan Yalova' ya geçti ve Türk başşehri İznik' e doğru yürüdü. Sultan Kılıç Arslan 1096 Eylülü' nde bunların İznik yakınında önlerine çıkarak tamamına yakın bir kısmını yok etti, geri kalan pek azı da esir edildi. Bunların ardından asıl Haçlı ordusu, yarım milyonu aşkın bir kalabalık halinde ilerliyordu.
Haçlılar İznik' i muhasara ettiler. Sultan Kılıç Arslan İznik' te küçük bir garnizon bırakarak ordusuyla birlikte çekilmişti. Muhasara sırasında Haçlı ordusunun üzerine hücum etti. Fakat Türk ordusunun bütün mevcudu elli-altmış bini geçmiyordu. 600.00 kişilik Haçlı kuvveti karşısında bunlar çölde bir avuç kum gibi kalmışlardı. Haçlılar' ın hepsini birden tek bir savaşta yok edemeyeceklerini anlayınca çete harbi yapmaya karar verdiler. iznik, Haçlılar' a göre çok medeni olan Bizanslılar' a teslim edildi ve böylece oradaki Türkler katliamdan kurtuldu.
Haçlı Ordusu Eskişehir Konya üzerinden Antakya' ya ve oradan Kudüs' e inmek üzere yola çıktı. Kılıç Arslan ordusunu kumandanları arasında bölerek bunları takip etmeye başladı. Türkler yol boyunca büyük Haçlı sürüsünün yan ve arkalarına dalıyorlar, güçleri tükenene kadar Haçlı ordusu Antakya' ya geldiği zaman yüz bine indi, yani beş yüz bin kişi Türk kılıçları ve okları ile Anadolu bozkırında toprağa karışığ kayboldu.
Türk ordusunun onlarla uğraşmasını fırsat bilen Anadolu Hıristiyanları yer yer ayaklanmaya başladılar. Ermeniler Kilikya' da bir krallık kurdular; Bizans İmparatoru İzmir' i geri aldı. Haçlı ordusu Antakya kalesini yedi ay kuşattığı halde alamadı, tam çekilmek üzere iken Kale Kumandanı Yağıbasan Bey' e yerli Hıristiyanlar' ın ihanet etmesi üzerine Antakya düştü. Oradan Kudüs' e gittiler. Kudüs Türkler' de değil, Mısır Fatımileri' nin elinde idi. fatımiler şehri savunamadılar. Haçlı ordusu şehirdeki bütün Müslüman ve Yahudiler' i, kadın ve çocuklar olmak dahil olmak üzere, öldürdüler. Bunların sayısı yetmiş bini buluyordu.
Kılıç Arslan binlere şehid vererek yarım milyon Haçlı askerini imha etmiş, geri kalan sürüyü de Anadolu' dan uzaklaştırmıştı. fakat henüz taze olan Anadolu Selçuklu Devleti uzun süren bu savaşlardan yorgun düştü. Bazı topraklar Bizanslılar' a geri kaptırıldı, devletin kendi beylikleri üzerindeki otoritesi de zayıfladı. danışmendiler, Mengücekoğulları ve Saltukoğulları artık Konya' yı merkez yapmış olan Sultan' a boyun eğmeyecek kadar kuvvetlendiler. Kılıç Arslan devleti yeniden eski kudretine ulaştırmak için gece gündüz çalışıyordu. Türk tarihinin en büyük devlet reislerinden biri olan bu Selçuklu Sultanı, yüksek bir diplomatlık kaabiliyetine sahip olduğu gibi aynı zamanda büyük bir savaş ustası, emsalsiz bir kahramandı. fakat ömrü yetmedi. 1107 yılında Musul ve civarına yaptığı bir seferden dönerken Habur Irmağı' nı geçtikleri sırada atı ile birlikte bir anarofa kapılarak boğuldu.
Kılıç Arslan' ın yerine oğlu 2. Melikşah geçti. Onun 1116' da yirmi yaşında iken ölümü üzerine de kardeşi Mes' ud, Selçuklu tahtına oturdu.
Sultan Mes' ud' un hükümdarlık devri Anadolu' daki Haçlılar ve Danişmendiler' le mücadeleyle geçti. Danişmendiler Selçuk Sultanlığı ile rekabet halindeydiler ve her fırsatta kendi beylik topraklarını onların aleyhine genişletiyorlardı. Mes' ud bunların elinden Elbistan ve havalisini aldı. O sırada Avrupa' da yeni bir Haçlı seferi tertiplenmişti. Alman imparatoru üçüncü Konrad, büyük bir ordu ile Eskişehir üzerinden Konya' ya kadar gelmek üzereydi. Mes' ud sayısı 70-80 bin civarında olan bu orduyu Eskişehir' de karşıladı ve yapılan meydan savaşında (1147) Haçlılar' ın tamamına yakın kısmını orada yoketi. Alman İmparatoru zor kaçıp kurtulmuş, İznik' e gelmişti. Burada Fransa Kralı' nın getirdiği 150 bin kişilik yeni bir Haçlı ordusu ile birleşip tekrar Selçuklular' ın üzerine geldi. Sultan Mes' ud bu kadar kalabalık bir orduya karşı meydan savaşına girmeyi uygun bulmayarak yıpratma yoluna gitti. Haçlı, Toroslar' ı aştıkları zaman artık yola bile devam edemeyecek haldeydiler. Antalya' ya sığınıp canlarını kurtardılar. Sultan Mes' ud bundan sonra Maraş' ı, arkasından Behısını ve havalisini Haçlılar' dan kurtardı. urfa haçlı Kontu tehlikeyi görünce Sultan' a bağlılığını arzetti.
Sultan Mes' ud, ölümüne yakın bir zamanda eski Türk ve Selçuklu geleneğine uyarak devletin topraklarını oğulları arasında paylaştırdı. Konya' da yapılan bir merasimle büyük oğlu 2. Kılıç Arslan' a taç giydirdi ve onu "Konya Sultanı" ilan etti, diğer iki oğluna da Konya' ya bağlı olmak üzere iki eyalet verdi. 1155' te öldü.
KAYNAK: Tarihte Türkler-Prof.Dr. Erol Güngör
Sayfa:91,92,93,94,95,96,97,98-ötüken Yayınları
Türkler' e Anadolu' nun kapılarını kesin olarak açan hadise Malazgirt' teki zafer olmuştur. Fakat Türk akıncı birlikleri daha önceden Anadolu' da adeta serbest dolaşır hale gelmişlerdi. Diogenes iki yüz bin kişiyle Malazgirt' e gelirken bile ordunun gerisini güvenlik altına alamamıştı. çünkü Türk akıncıları her yerde görünüyor, hiçbir zaman yakalanamıyorlardı.
Diogenes' le yapılan anlaşmanın yeni Bizans İmparatoru tarafından tanınması üzerine Sultan Alp Arslan, Kutalmışoğlu Süleyman şah' ı Anadolu' nun fethine gönderdi. Süleyman şah' ın emrinde Artuk, Afşın, Porsuk, Danişmend, Saltuk gibi pek meşhur Türk kumandanları vardı. Bunlar kısa zamanda Sivas ötesine geçerek üzerlerine gelen bir Bizans ordusunun Kayseri yakınında yendiler, Bizans kumandanını esir aldılar. İzmit civarında Bizanslılar tekrar bir orduyla göründüler, bu orduyu Artuk Bey bozguna uğrattı. Ardından güney bölgelerine sarkan Süleyman şah' ı durdurmak üzere büyük bir ordu gönderdiler, bu orduyu da Kutalmışoğlu 1074' te yapılan bir meydan savaşında dağıttı. Bu savaşlar sonunda Bizans' ın artık Türkler' e askerle karşı koyması pek zorlaşmıştı. Kutalmışoğlu' nun beyleri bunun üzerine Anadolu şehirlerini, yerleşmek üzere tek tek fethetmeye başladılar. 1084 yılına gelindiği zaman Marmara' ya kadar olan Anadolu toprakları Türkler' in eline geçmiş bulunuyordu.
1077' de Büyük Sultan Melikşah, Kutalmışoğlu Süleyman' a bir ferman göndererek kendisini "Anadolu Hükümdarı" ilan etti, ardından Abbasi Halifesi de Kutalmışoğlu' nu hükümdar olarak tanıdı. Ma' mafih Süleyman şah 1075' te devleti kurmuş durumdaydı. Yeni Türk Devleti' nin merkezi İznik şehri oldu. Erzurum' dan İznik' e kadar Türk hakimiyeti kurulmakla birlikte, bazı şehirler ve kaleler hala Bizanslılar' ın elide idi; buralar birer birer temizlendi. 1085' te Kutalmışoğlu Antakya' yı fethetti. Beylerinden Buldacı Maraş bölgesini, çubuk ve Mehmed Beyler Elazığ bölgesini, Karatekin Bey Sinop' u çaka Bey İzmir' i fethettiler. Süleyman şah, her kumandan fethettiği bölgenin idaresini veriyordu. Böylece Anadolu beylikler halinde idare edilmeye başlanmıştı.
Bu fetihler olurken bir yandan da Doğudan Batı' ya büyük kitleler halinde bir Oğuz akını oluyordu. Yüz binlerce insan, atları ve koyun sürüleriyle birlikte yeni açılan ülkelerde yurt tutmak üzere üç büyük koldan Anadolu' ya girmeye başlamıştı. Süleyman şah bunları sistemli bir şekilde yerleştirmeye çalıştı, ordusunu da esas itibariyle bunlardan teşkil ediyordu. Halbuki o tarihte Büyük Sultanlığın ordusu, Türkmen süvarileri hariç, bir devşirme ordusu halinde teşkilanmıştı.
Süleyman şah, devletinin her teşkilatında Türkler' e dayandı. Zaten Anadolu fethedildiği zaman orada yaşayan Rum halkın büyük bir kısmı, kalabalık kitleler halinde Trakya' ya geçerek Balkanlar' a gitmiş, orada yerleşmişlerdi. çünkü adeta karınca sürüleri halinde Anadolu' yu istila eden Oğuz kitlelerinden bunlara nefes alacak yer kalmıyordu. Yerli halktan pek azı Müslüman oldular, Süleyman şah bütün Türk hükümdarları gibi herkesi kendi dininde serbest bırakıyor, kimseyi zorlamıyordu. Hıristiyan halk devlete cizye vermek suretiyle barış içinde rahat yaşamaya başladı.
O yıllarda Anadolu kaynayan bir kazan gibiydi. Türkmenler (Oğuzlar) boylar halinde gelerek yurt tutuyor ve Orta Asya' daki sosyal-iktisadi düzenlerini aynı şekilde devam ettirmeye çalışıyorlardı. Bir taraflarında kendi soylarından fakat başka kabilelerden insanlar, bir taraflarında ilk defa karşılaştıkları ve bambaşka hayat tarzına, dine sahip olan insanlar vardı. Yeni gelenler fatih millet olarak geldikleri için, kendilerini üstün görüyorlar ve inanç konusunda yerlilerden hiçbirşey almıyorlardı. Buna karşılık yerleşik hayata aid bazı kültür unsurlarının (kap kacak, yapı biçimi vs.) Müslümanlık bakımından da oldukça karışık bir durumdaydılar. Büyük Selçuklu Sultanlığı' nda İslamiyet' in Hanefi mazhebi hakimdi, devletin ileri gelenleri bu hususta eğitim görüyorlar ve hiç değilse üst tabaka arasında inanç ve ibadet birliği sağlanmış oluyordu. Anadolu' ya gelen ve çoğu göçebe olan Oğuzlar' da Müslümanlık eski dinleriyle karma karışık bir haldeydi, üstelik kabileler halinde yaşadıkça aralarında bu konuda bir birlik kurulması da çok zordu.
Anadolu' da Türk birliğinin kurulması veya Anadolu' nun Türkleşmesi herşeyden önce arınmış bir İslam inancının ve kültürünün her tarafa yayılması, insanları bu konularda birbirine benzetmesiyle mümkün olmuştur. İşte bizim vatanımızın maddi kurucuları Süleyman şah ve onun beyleri ise, manevi kurucuları da Mevlana Celaleddin, Yunus Emre, Hacı bektaş, Ahi evren, aşık Paşa, Süleyman Türkmani ve daha pekçokları gibi İslam kültürünün ulularıdır. Bunları ileride ayrıca anlatacağız.
şunu da belirtelim ki, bizim vatanımız buraya gelen Türkler' le yerli halkların kaynaşmasından meydana gelmiş, yani melez bir halk değildir. Yukarıda söylediğimiz gibi, biz Anadolu' ya geldiğimiz zaman burada Etiler, Sümerler vs. gibi Milad öncesi kavimler yoktu; rumlar, Ermeniler, Süryaniler vs. vardı. Bunların pek azı Müslüman olarak bize karıştı, geri kalanların çoğu (Rumlar) Balkanlar' a geçti; gitmeyenler ise Cumhuriyet devrine kadar yerlerinde kaldılar. Bugün bile Türkiye' de Rum, Ermeni ve Süryani aslından Hıristiyan vatandaşlarımız yaşıyorlar.
Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleyman şah kendi yanında bulunan bazı beylere anlaşmazlığa düşmüştü. özellikle Artuk Bey onun durumunu Büyük Sultan melikşah' a bildirmiş ve kendisini Anadolu' dan uzaklaştırmıştı. Artuk bey Umman ordusu komutanlığına tayin edildi, oradan da Suriye Sultanı Melik-tutuş' un yanına geldi. Daha sonra Afşin Bey gibi bazı büyük kumandanlar, Süleyman şah' ın sert tutumundan şikayet edip onlarda Tutuş' un yanına gitti. Tutuş, Melikşah' ın kardeşi idi ve Atsız Bey' den sonra Suriye valiliğine gönderilerek Mısır' ın fethi ile görevlendirilmişti. Suriye' de Kutalmışoğlu' nun Anadolu' da yaptığı gibi bir devlet kuran Tutuş onun güneye doğru daha fazla ilerlemesinden çekindiği için, bu kumandanları da yanına alarak Kutalmışoğlu' na karşı çıktı. O sırada Süleyman şah Haleb' i muhasara ediyordu.
Selçuklu ailesinin iki değerli avladı, iki Türk ordusunun başında birbirleriyle Haleb civarında savaşa tutuştular. Nice Yıllar hep birlikte kafir ülkelerinde gaza yapıp İslam' ın ve Türklüğün hakimiyeti için vuruşan bu insanların birbirlerini yemeleri tatsız bir olaydı. Süleyman şah Tutuş' un ordusuna taarruz etti. Fakat bu orduda Süleyman şah' ın savaş taktiklerini ve Anadolu ordusunu iyi bilen büyük kumandanlar vardı. Bu yüzden hücum başarılı olamadı. Tutuş' un safında bulunan Artuk Bey karşı hücuma geçti. Artuk Bey bütün ömrünü savaşlarda geçirmiş dahi denecek kadar üstün bir askerdi. Süleyman şah' ın ordusunu bozguna uğrattı. Bu bozgun Kutalmışoğlu' nun da sonu oldu. Anadolu Türk Devleti' nin, yani bizim devletimizin kurucusu olan büyük kumandan ve sultan, hyatında ilk defa yeniliyordu. Mağlubiyete dayanamadığı için, kaçıp kurtulmaktansa kendini öldürmeyi tercih etti.
Melikşah bu olanları duyunca Tutuş' u cezalandırmak için üzerine yürüdü, fakat onun af dileyip ayaklarına kapanması üzerine dokunmadı. Süleyman şah' ın küçül çocuklarını Isfahan' daki Selçuklu Devleti' nin başına geçici olarak Süleyman şah' ın kardeşlerinden Davud' u getirdi. (1086)
Süleyman şah' ın büyük oğlu şehzade Kılıç Arslan Büyük Sultan' ın sarayında mükemmel bir eğitim gördü. 1096 yılında Isfahan' dan çıkarak İznik' e geldi ve büyük merasimle Selçuklu tahtına oturdu. Fakat o sırada Anadolu Türklüğünü ve İslam Dünyası' nı büyük bir tehlike bekliyordu: Hıristiyan dünyası Boğazlar' dan ötesinin artık tamamen kaybolduğunu görmüştü; üstelik Hıristiyanlar için mukaddes sayılan topraklar (kudüs ve civarı) Müslümanlar' ın elinde idi. Papazların kışkırttığı Hıristiyan halk birçok Avrupa ülkesinde hükümdarları kutsal bir savaş için zorlamaya başladı. Avrupa o tarihlerde sefalet içinde idi. İslam ülkelerinde tıpkı masallardaki gibi bir hayat yaşandığını düşünüyorlar, bu serveti yağmalamak için fırsat arıyorlardı. Nitekim işte bu kutsal savaşa katılanların büyük çoğunluğu yağma ve çapul niyetiyle gelmiş insanlardı.
Tarihlerde Haçlı Seferleri diye bilinen (çünkü haç, Hıristiyanlığın sembolüdür) bu seferlerden birincisi 1096 yılında başladı. Bir taraftan Avrupa kralları ve derebeyleri ordularını toplarken, bir yandan mutaassıp papazların topladığı yüz bin kişilik bir serseri çapulcu ordusu meydana gelmişti. Sefil, perişan insanlardan meydana gelen ve bütün emeli mal yağmalamak olan bu yüz bin kişilik ordu İstanbul' a gelerek oradan Yalova' ya geçti ve Türk başşehri İznik' e doğru yürüdü. Sultan Kılıç Arslan 1096 Eylülü' nde bunların İznik yakınında önlerine çıkarak tamamına yakın bir kısmını yok etti, geri kalan pek azı da esir edildi. Bunların ardından asıl Haçlı ordusu, yarım milyonu aşkın bir kalabalık halinde ilerliyordu.
Haçlılar İznik' i muhasara ettiler. Sultan Kılıç Arslan İznik' te küçük bir garnizon bırakarak ordusuyla birlikte çekilmişti. Muhasara sırasında Haçlı ordusunun üzerine hücum etti. Fakat Türk ordusunun bütün mevcudu elli-altmış bini geçmiyordu. 600.00 kişilik Haçlı kuvveti karşısında bunlar çölde bir avuç kum gibi kalmışlardı. Haçlılar' ın hepsini birden tek bir savaşta yok edemeyeceklerini anlayınca çete harbi yapmaya karar verdiler. iznik, Haçlılar' a göre çok medeni olan Bizanslılar' a teslim edildi ve böylece oradaki Türkler katliamdan kurtuldu.
Haçlı Ordusu Eskişehir Konya üzerinden Antakya' ya ve oradan Kudüs' e inmek üzere yola çıktı. Kılıç Arslan ordusunu kumandanları arasında bölerek bunları takip etmeye başladı. Türkler yol boyunca büyük Haçlı sürüsünün yan ve arkalarına dalıyorlar, güçleri tükenene kadar Haçlı ordusu Antakya' ya geldiği zaman yüz bine indi, yani beş yüz bin kişi Türk kılıçları ve okları ile Anadolu bozkırında toprağa karışığ kayboldu.
Türk ordusunun onlarla uğraşmasını fırsat bilen Anadolu Hıristiyanları yer yer ayaklanmaya başladılar. Ermeniler Kilikya' da bir krallık kurdular; Bizans İmparatoru İzmir' i geri aldı. Haçlı ordusu Antakya kalesini yedi ay kuşattığı halde alamadı, tam çekilmek üzere iken Kale Kumandanı Yağıbasan Bey' e yerli Hıristiyanlar' ın ihanet etmesi üzerine Antakya düştü. Oradan Kudüs' e gittiler. Kudüs Türkler' de değil, Mısır Fatımileri' nin elinde idi. fatımiler şehri savunamadılar. Haçlı ordusu şehirdeki bütün Müslüman ve Yahudiler' i, kadın ve çocuklar olmak dahil olmak üzere, öldürdüler. Bunların sayısı yetmiş bini buluyordu.
Kılıç Arslan binlere şehid vererek yarım milyon Haçlı askerini imha etmiş, geri kalan sürüyü de Anadolu' dan uzaklaştırmıştı. fakat henüz taze olan Anadolu Selçuklu Devleti uzun süren bu savaşlardan yorgun düştü. Bazı topraklar Bizanslılar' a geri kaptırıldı, devletin kendi beylikleri üzerindeki otoritesi de zayıfladı. danışmendiler, Mengücekoğulları ve Saltukoğulları artık Konya' yı merkez yapmış olan Sultan' a boyun eğmeyecek kadar kuvvetlendiler. Kılıç Arslan devleti yeniden eski kudretine ulaştırmak için gece gündüz çalışıyordu. Türk tarihinin en büyük devlet reislerinden biri olan bu Selçuklu Sultanı, yüksek bir diplomatlık kaabiliyetine sahip olduğu gibi aynı zamanda büyük bir savaş ustası, emsalsiz bir kahramandı. fakat ömrü yetmedi. 1107 yılında Musul ve civarına yaptığı bir seferden dönerken Habur Irmağı' nı geçtikleri sırada atı ile birlikte bir anarofa kapılarak boğuldu.
Kılıç Arslan' ın yerine oğlu 2. Melikşah geçti. Onun 1116' da yirmi yaşında iken ölümü üzerine de kardeşi Mes' ud, Selçuklu tahtına oturdu.
Sultan Mes' ud' un hükümdarlık devri Anadolu' daki Haçlılar ve Danişmendiler' le mücadeleyle geçti. Danişmendiler Selçuk Sultanlığı ile rekabet halindeydiler ve her fırsatta kendi beylik topraklarını onların aleyhine genişletiyorlardı. Mes' ud bunların elinden Elbistan ve havalisini aldı. O sırada Avrupa' da yeni bir Haçlı seferi tertiplenmişti. Alman imparatoru üçüncü Konrad, büyük bir ordu ile Eskişehir üzerinden Konya' ya kadar gelmek üzereydi. Mes' ud sayısı 70-80 bin civarında olan bu orduyu Eskişehir' de karşıladı ve yapılan meydan savaşında (1147) Haçlılar' ın tamamına yakın kısmını orada yoketi. Alman İmparatoru zor kaçıp kurtulmuş, İznik' e gelmişti. Burada Fransa Kralı' nın getirdiği 150 bin kişilik yeni bir Haçlı ordusu ile birleşip tekrar Selçuklular' ın üzerine geldi. Sultan Mes' ud bu kadar kalabalık bir orduya karşı meydan savaşına girmeyi uygun bulmayarak yıpratma yoluna gitti. Haçlı, Toroslar' ı aştıkları zaman artık yola bile devam edemeyecek haldeydiler. Antalya' ya sığınıp canlarını kurtardılar. Sultan Mes' ud bundan sonra Maraş' ı, arkasından Behısını ve havalisini Haçlılar' dan kurtardı. urfa haçlı Kontu tehlikeyi görünce Sultan' a bağlılığını arzetti.
Sultan Mes' ud, ölümüne yakın bir zamanda eski Türk ve Selçuklu geleneğine uyarak devletin topraklarını oğulları arasında paylaştırdı. Konya' da yapılan bir merasimle büyük oğlu 2. Kılıç Arslan' a taç giydirdi ve onu "Konya Sultanı" ilan etti, diğer iki oğluna da Konya' ya bağlı olmak üzere iki eyalet verdi. 1155' te öldü.
KAYNAK: Tarihte Türkler-Prof.Dr. Erol Güngör
Sayfa:91,92,93,94,95,96,97,98-ötüken Yayınları